Merhabalar,
Yaklaşık 7 aydır devam eden salgında ilk günden itibaren,
diğer ekip arkadaşlarım gibi aktif olarak çalışıyorum. Bulunduğum ildeki
pandemi hastanesinde her gün enfekte hastaları değerlendirince, yoğunluk ve yorgunluktan
bazen dikkatimiz azalsa da, tedbirli olmaya gayret ediyorum. Bizlere ve bizden
de başkalarına bulaşma riski nedeniyle de sürecin başından beri ailem ve
arkadaşlarımla, mümkün olduğunca seyrek ve sınırlı sürede, sadece açık alanda,
maskeli ve mesafeye dikkat ederek görüşüyorum. Uzun süredir görmediğim
sevdiklerimle de, onları korumak adına, telefon aracılığıyla haberleşiyorum.
Zaman geçtikçe süreç zorlasa da, hastalığın nasıl seyredebileceğini biliyorum
çünkü.
Bu yoğun tempoda nöbetsiz geçen bir hafta sonu benim için
çok kıymetli, tıpkı bu hafta sonu olduğu gibi. Kahvaltı sonrasındaki keyif
çayımı, denizin kokusu, sesi ve dalgaların güzelliğini izleyerek içerken ve gün
içinde yapacaklarımı düşüncemde sıralarken çalan telefonumu “Yine hastane mi
acaba?” diye düşünerek elime aldım ama bu kez değildi, arayan kardeşimin eşinin
(en az kardeşim kadar sevdiğim) annesi yani Emine teyze. Çok sevdiğim,
samimiyetinden ve iyi niyetinden emin olduğum, sevgisini yüreğimde hissettiğim
Emine teyzenin hep ondan duymaya alışık olduğum “Nasılsın Ebru’cuğum?” diyerek
başlayan cümlesi, “Seni çok özledim, görmek istiyorum, bana gelir misin?” ile
sürdü. Benim hassasiyetimi bildiği için, bahçede ya da açık balkonda, maskeli
ve mesafeli görüşebileceğimizi söyleyerek çay içmeye davet etti. O kadar içten
cümleler, o kadar samimi duygular ve bir o kadar da sevgi dolu bir davet ki bu,
tüm yapacaklarımı bırakıp hazırlanmaya başladım. Ben de tüm sevdiklerim gibi
onları korumak adına uzun süredir görmemiş olduğum için büyük bir özlem ve
istekle hemen yola çıktım.
Bu konuşma bana yol boyunca, kan bağı olan sevdiklerimiz
dışında, can bağının gücünü düşündürdü. Sağlık problemim nedeniyle uzun bir
süre yatmak zorunda kaldığımda bana kaç kez geldiğini, kaç kez arayarak
hal-hatır sorduğunu, kaç kez bir şeye ihtiyacım olduğunda gelebileceğini
söylediğini hatırladım. Birlikte yaptığımız iftarları, geçirdiğimiz vakitleri,
hissettirdiği değeri düşündüm. Kan bağımız olmayan Emine teyzemden duyduğum
“Seni çok özledim ve görmek istiyorum” cümlesi kadar insanın yüreğine işleyen,
duygulandıran, düşündüren, tüm işleri bırakıp yola düşüren başka bir cümle
olabilir miydi acaba diye sorguladım. Şimdi bu cümleyi yazarken ona katamadığım
ses tonunu ve içtenliğini de anlatmama imkan yok üstelik. Bir cümle beni aldı,
nerelere götürdü. Çünkü sevgi neydi? Sevgi emekti.
Sarılmadan da olsa bir arada olmak öyle iyi geldi ki. Keyifle
içilen çaylar, şimdinin standart boy ve lezzetinde olmayan, çocukluğumdaki
tatla aynı güzellikteki kızarmış patatesi, içinde sevgi barındıran mis gibi
böreği ve sıcak sohbeti eşliğinde geçen kısa zaman dilimi öyle çok şey kattı ki
bana. Allah sağlık, huzur ve uzun bir ömür nasip etsin böyle güzel yüreklere
diye düşünerek ayrıldım ondan.
Sevgi ve samimiyet ne güzel şey. Sevginin hissettirdiği
ne güzel bir ayrıcalık. Sevginin kattığı ne müthiş bir güç. Sevginin
bağlayıcılığı ne büyük kuvvet ve sevgi aynı zamanda ne büyük bir özgürlük.
Sevgi... Tarifi zor, yürekte oluşturduğunu anlatmak
imkansız ve güçlü bir duygu. İnsana, çiçeğe, böceğe, doğaya, hayvana hatta bir
eşyaya hissedilen hali bile güzel ve kıymetli. Sevmek kadar sevdiğini
gösterebilmek ve hissettirebilmek de ne üstün bir meziyet. Hissettirdiklerin,
düşündürdüklerin ve varlığın için çok teşekkür ederim Emine teyzeciğim.
Yunus Emre’nin dediği gibi; “Sevelim, sevilelim, bu dünya
kimseye kalmaz!”
Sağlıcakla kalın.