SON DAKİKA
SON DAKİKA


Nerede o eski ramazanlar?
8.05.2020

Merhabalar,

Büyüklerden zaman zaman Ramazanların eski tadının kalmadığını duyardım. Bu cümleleri duyduğum yaşlarda neden böyle söylediklerini anlayamaz ama sorgulamazdım. Şimdiki aklımla o yıllarda olsam, her ayrıntıyı anlatmalarını isterdim herhalde. Yıllar geçtikçe ben de, kimi zaman eski tadı alamadığımı düşünsem de bu yıl anladım ki, o tat almadığımı zannettiğim ve geçmişe özlem duyduğum Ramazanlar bile çok güzel ve kıymetliymiş. Salgın nedeniyle sevdiklerimizden ayrı, kalabalık iftar sofralarından uzak bir Ramazan olarak kalacak bu yıl ama hafızalarımıza da diğerlerinden bu farkıyla kazınacak.

Geçmiş Ramazanlara dalıp gitmişken aynı zamanda neler yaşadık ve kimler geldi, kimler geçti diye düşündüm. Çocukken, ilkokul çağlarımdaki oruç tutma isteğim hep öğleye kadarla sınırlandırılırdı. Öğleye kadar “kendimizce” oruçlu olup, öğlede yemek yer, bazen öğleden akşama kadar da oruca yine “kendimizce” devam ederdik. Evde iftar hazırlıkları öğle olmadan başlardı neredeyse. Trabzon’da iken babaannemin domatesli pilavı olmadan diğer yemeklerden tat alamazdım. Onun bakır tencerede yaptığı domatesli pilavının tadını yıllarca hiçbir yerde bulamayışımın nedeni elbette lezzetiydi ama en önemli özelliği benim çocukluğum, onun ellerinin değmesi ve yüreğinden aktardığı sevgisiydi. Divriği’deyken annem hem çalışıp, hem de iftar için öyle hazırlıklar yapardı ki, nasıl başarabildiğini bugün bile anlamış değilim. Kısa sürede açtığı su böreğinin ve bol fındıklı baklavasının lezzeti hala damağımda. Sivas’ta iken evde yapılan katmer, Erzurum’da iken tandır ekmeği ve kadayıf iftar sofralarımızın olmazsa olmazlarıydı. Mesele hiçbir zaman yemek değildi aslında, birlik-beraberlik, sabırla beklemek, sevdiklerimizle olmak, davet etmek, paylaşmak ve hep birlikte Ramazan’ın güzelliğini yaşamaktı. 

Biraz daha büyüyünce de Ramazan’ın ilk günü, tam ortasında ve son günü oruçlu olup, sanki tamamını oruçlu geçirmiş ve büyük bir iş başarmış gibi hissederdik. Bazen unutarak yeyip içer, bunu da lütuf olarak görürdük. Arkadaşlarımızla tartışacak olsak “oruçlu iken kalp kırmak yok” diyerek tatlıya bağlardık. Oyunlarımızı bile iftardan önce ve sonrasına göre belirlerdik. Hareketin fazla olduğu, su ihtiyacımızı arttıracak oyunları iftardan sonraya bırakır, öncesinde yerde taşlarla oynanan daha az hareket gerektiren oyunları seçerdik. İftar sonrası havanın kararması bile saklambaç oynamamıza engel olamazdı. İlkokulun son dönemleri ve ortaokul yıllarımın, insan ilişkilerinin iyi olduğu Divriği’de geçmesinin tüm avantajlarını kullandığımı şimdi çok daha iyi anlıyorum.

Sahura kalkmak en büyük isteğim olduğu için erken yatmaya çalışır, beni kaldırmayı unutmamalarını herkese tembih ederdim.

İftar yaklaşırken televizyondan ziyade radyo mutlaka açık olur, şehrin meydanına yakın yerdeki evin cumbasında oturup vaktin gelmesini beklerdik. Yoldan geçen arabalar ve yürüyen insanlar vakit yaklaştıkça azalırdı. Parktan yükselen kuş seslerini evin içinde hisseder, ağaçların yeşilliği ve manolyanın güzelliği ile huzur bulurduk. Mutfakta son hazırlıklar tamamlanırken, mutfak camının alt kısmındaki küçük kiremit çatıya güvercinler için bayat ekmekler bırakır, onların birbirleriyle olan yarışlarını heyecanla izlerdik. Evin bir cephesinden görülen denizin maviliği ile bahçedeki kırmızı güllerin güzelliği ve diğer cephede evin içindeymiş gibi hissettiren parkın yeşilliği arasında gider gelirdik. En güzel sohbetler bu vakitlerde edilir, iftar yaklaşırken masa başına hep birlikte geçerdik. Ezan okunmasına bir kaç dakika kala sessizlik olur, dualar edilir ve bu sessizlik ezanla bozulurdu. 

Dedem Ramazan boyunca her akşam teravih için camiye gider, dönüşte eve hiç eli boş gelmezdi. Dondurma, şekerlemeler, çikolata, meyve ya da çerez getirir, onun geliş saatini bilir, zil çaldığında kapıya koşar ve ne getirdiğine bakardık. Getirdiklerinin camiden verildiğini düşünürdüm hep. Yıllar sonra bunların camiden verilmediğini öğrendiğimde ufak bir şok yaşayacak kadar inanmış olsam da buna, bugün gülümseyerek anacağım anılarıma ekli olmasından dolayı mutluyum. 

Lise yıllarımda anneannemlerde kalabalık sahur yemeklerine katılmak için can atar, benden 2 yaş büyük dayımla gülecek bir şeyler mutlaka bulur, gülmekten yemek yiyemezdik. Kalabalığın verdiği güzellik ve enerji ile bir sonraki sahuru zevkle beklerdik. Hatta daha küçük yaşlarda dayımla evde yaptığımız, çubuklarla hareket ettirdiğimiz nerdeyse orjinaline yakın görsellikteki Hacivat-Karagöz gösterilerimize ev halkının katılımı zorunlu kılar, onlar eğlenmese de biz çok eğlenirdik. Çocuk olmanın en güzel yanı da bu değil miydi zaten, her şartta, her koşulda basit şeylerle bile mutlu olmak.. 

Şimdi ne değişti? Neden bizlerde o zamanın büyükleri gibi nerede o eski Ramazanlar diyoruz. Değişen zaman mı, şartlar mı, bizler miyiz? Herkesin kendi cevabı değişen Ramazanların nedeni aslında.. 

Bu güzel ayın kıymetini bilmek dileğiyle.

Sağlıcakla kalın..

© 2020 www.karadenizgazete.com.tr | Karadeniz Gazetesi bir Güçlü Ticari Ve Sınai Ürünler Pazarlama Ticaret Ve Sanayi Anonim Şirketi ‘dir.

Giriş Yap