“Bu kaba ve ilkel din sömürüsü, kendilerine Marksist
etiketini yapıştıran Türk ve Kürt aydınlarca da görmezden geliniyor. Türkiye’de
Prof. Muammer Aksoy,
Doç. Bahriye Üçok, gazeteci Çetin Emeç ve yazar Tarık
Dursun gibi aydınların canlarını alan İslamcı terör Hizbullah.” Uğur Mumcu.
Mustafa Yıldırım’ın “Demokrasi Tuzağı-Cellad’ın Zaferi”
kitabından…
Gaffar Okan, 18 Kasım 1997’de Diyarbakır’da göreve
başladı. Ben o zaman
55. Hükümette Devlet Bakanı idim.
Gaffar Bey, Hizbullah Terör Örgütünü ve çalışma
şekillerini iyi bilen bir Polisti.
Hizbullah operasyonlarını 1988 yılında da sürdürdü.
Yakalanan Hizbullahçılar konuştu. 13 cinayet aydınlandı. Örgüt militanları,
Hizbullah İmamı Hüseyin Velioğlu’ndan aldıkları fetva ile insan kaçırdıklarını
işkence edip öldürdüklerini tek-tek anlattılar.
Gaffar Okan 1999 yılına kadar yüzlerce Hizbullahçıyı
adalete teslim etti. Pişmanlık Yasasından yararlanmak isteyen örgüt
militanları, örgütü ele vermeye başladılar. 3 bin militan yakalandı. Mardin’de
bilgisayar kayıt odaları, sığınaklar, işkence yerleri, silahlar, öldürülenlerin
iskeletleri, 800 sayfa arşiv ve Kuzey Irak’taki kamplarının yeri ele geçirildi.
Hizbullah, Devletin üzerlerine gelmesini engellemek ve
işledikleri cinayetleri “devletin gizli güçlerinin” (!) üzerine atmak için,
ülkede “Türban” eylemleriyle eşzamanlı olarak “insan zinciri” eylemlerini
düzenledi! “İnsan Hak ve Özgürlükleri Platformu” adıyla da eylemler
düzenlediler.
Abdürrahim Dilipak, numaralı Cumhuriyetçiler, liberaller,
fonlanan gazeteciler, Cemaatçiler, Bölücü-Kürtçüler bu eylemleri destekleyerek
Türk Milletinin dikkatini başka yöne çekiyorlardı!
Devletin tecrübeli ve düzgün Diyarbakır Valisi Cemil
Serhadlı, Gaffar Okan’a her türlü desteği veriyordu. Bu arada ele geçirilen
belgelerden Hizbullah’ın Gaffar Okan’ı öldürme planları ortaya çıktı.
24 Ocak 2001 günü tam 8 yıl önce öldürülen Uğur Mumcu’nun
anma töreni vardı. Gaffar Okan, Vali Beyi alıp törene gidecekti. Ekibiyle yola
çıktı. Tam Şehitlik kavşağına yaklaşırken Hizbullah saldırıyı başlattı. El
bombaları ve ağır silahlarla yapılan saldırı sonucu Gaffar Okan, Mehmet Kamalı,
Mehmet Sepetçi, Mustafa Dinçer, Atilla Durmuş, Selahattin Baysoy şehit oldular.
Gaffar Okan’ın başına 7, bedenine de 10 mermi
saplanmıştı.
Türk Milleti yiğit altı evladını daha teröre kurban
vermişti.
Kürt Hizbullahçı katiller, hemen camiye koştular,
silahlarını iki kişiye teslim edip dağıldılar. Zaman içinde Hizbullah’ın
tetikçileri yakalandı. Olayda kullandıkları silahlar ele geçirildi. Hatta
Gaffar Okan’ın koruması olan polisin M-5 marka silahı Hizbullah’ın lider
kadrosundan Hüseyin Karaağaç’ta yakalandı.
Bu tip terör örgütleri içten veya dıştan “Siyasi Destek”
almazlarsa yaşamazlar.
Hizbullah’ın yaptığı kesinleşen katliamdan sonra bu eli
kanlı vahşi örgüte ilk sahip çıkan, Fazilet Partisi oldu. FP Başkanı Recai
Kutan, olayı “devletin derin güçleri” yapmıştır dedi. İslamcı yazarlar da öyle.
FP Milletvekilleri, Hizbullah’ın terör ile anılmasını kınadılar. İran’ı da
aklayıcı beyanlar verdiler!
Çok sayıda Hizbullah militanı yakalandı ve cezaevine
konuldu.
Yıl 2002 ve AKP İktidar oldu. AKP çeşitli yargı
oyunlarıyla tüm Hizbullah militanlarını serbest bıraktı. Çoğu yurtdışına kaçtı!
T.C Devletinin aydınlarını, İl Emniyet Müdürünü,
Polisleri, suçsuz insanları katleden, bazılarını domuz bağı ile bağlayarak
öldüren, gömen, gömdükleri insanların üzerine beton atıp, o betonun üstünde
namaz kılan bu yaratıklardan bugün için cezaevinde olan 1 (BİR) kişi bile
kalmadı!
Tıpkı Sivas’ta 33 canı yakan alçaklardan kimsenin
cezaevinde olmadığı gibi…
AKP Genel Başkanı, Hizbullah ile olan yakınlığını
saklamamakta ve örgütün şimdilik siyasi kanadı olan Hüda-Par Genel Başkanını ve
heyetini Cumhurbaşkanlığı makamında konuk etmekten çekinmemektedir.
Türkiye’nin önde gelen muhalefet partileri, 2002 yılından
beri, bu duruma karşı çıkıp Türk Milletini aydınlatacaklarına, tam tersini
yaparak bazı Hizbullahçıları, Kürt-Arap şeyhlerinin elemanlarını içlerine alıp
milletvekili yaptılar! Böylelikle, ulusal eğitimde, yargı kurumlarında ve
devlet bürokrasisinde geriye gidişe, sözde TBMM kürsüsünden karşı çıkıyor gibi
yaparak, karanlığa gidişi hızlandırdılar.
Sonunda “Başkanlık Sistemi” denen bir ucubeyle, Arap
Krallığı ile İran’daki Rehber İmamlık arası bir rejimle yönetilir olduk.
Cumhuriyeti ve Türk egemenliğini savunmak suç haline
geldi. Ordunun komuta heyeti AKP-FETÖ-CIA eli ile tasfiye edildi. Atatürk’e
küfreden yobazları ziyarete giden hainler orduyu yönetir oldu. Medya tamamen
İhvancı AKP’nin emrine girdi.
Ulus Devletin sınırları içte ve dışta geri çekilerek
1918’e dönülüyor!
Sözün özü, Sevr’e bir adım kaldı! Muhalefet Partilerinin
bu körlüğü, ülkemizin dinamik güçlerinin bu vurdumduymazlığı sayesinde, yıkıma
doğru gidiyoruz.
DOĞRU Parti kadroları, yıllardır bu gidişi durdurmak için
çırpınıyor!
Medya, iktidardan korkusuna bize yer vermekten kaçıyor.
Federe İslam Devletine dönüşme tamamlanınca sanki kendileri yaşayacaklarmış
gibi.
İş aleminin büyük bir bölümü hala gidişin farkında değil.
Öylece, trene bakar gibi seyrediyorlar.
Bizler Atatürk’ün laik Cumhuriyetini, hukuk devletini,
demokrasiyi ve özgürlüklerimizi korumak için gerekirse öleceğiz ama bir
santimetre geri adım atmayacağız…
Ne Mutlu Türküm Diyene ve Sözünden Dönmeyene…
Not; İki yazıda, 24 yaşındaki Tayyip Erdoğan’dan, 67
yaşındaki Tayyip Erdoğan’a, onun Hizbullah-İhvan çizgisinin hiç değişmediğini,
değişmeyeceğini anlatmaya çalıştım! Anlatabildim mi?