Ülkemizde neredeyse her gün başka bir konuyu tartışsak da,
hiç değişmeyen gündemimiz; kadına yönelik şiddet oluyor.
Kadına dair doğrularınızı usulüne uygun savunamaz ve
gerçekliğe uygun olarak ortaya koyamasanız ne şiddet konusunda ne de toplumsal
sorunların çözümünde bir sonuca ulaşamazsınız... Gerçekliğin içinde eşitlikçi
düşünmek, bilgili ve adil olmak, insanları gelenekleri ve dini inançları ile
çarpıştırmamak, sistemin adamı ve de ağzı olmamak vardır.
Toplumumuzda insanların uğraşları, erdemleri ve
sorumlulukları hala cinsiyete göre belirlenmektedir. Kadının toplumdaki rolünü
ve konumunu, “kadının korunup, kollanmasından” bahseden ya da onu, erkekten
ayrı mücadeleye zorlayan, zihniyet oluşturmaya çalışmaktadır.
Hâlbuki yan yana gelerek sorun çözme erdemine sahip
olunmadan ne insanlığın baş belası olan şiddeti önleyebiliriz ne de insani
değerlerimizi un ufak eden kapitalist sistemin kölesi olmaktan
kurtulabiliriz.
Kadını da erkeği de, cinsel kimlikleri üzerinden değil, akıl
ve beceriler üzerinden değerlendirmemiz, kadını da, erkeği de, aynı erdem
duygularıyla yetiştirmemiz bunun için çok önemlidir.
Bilgi edinmenin, erdemli olmanın, gelişmenin ve hakikati
ayırt etmenin en asli gücü ortak akıldır.
Kadınları, kendi inanış ya da ideolojik yapınıza uygun düşünce ve davranış
biçimlerine göre yönlendirir ve de eğitirseniz, toplumun sosyal ve kültürel
gelişimini ve de eşitlik dengesini kuramaz, sorunlarda yetersiz
kalırsınız.
Kadının ötekileştirilmesi ve haklarından mahrum bırakılması
sadece kadının değil, tüm insanlığın onurunu zedeleyen bir durumdur.
Dolayısıyla sağlıklı bir toplum düzeni için, kadın ya da erkeğin,
diğeri üzerinde bir ayrıcalık ya da güç kullanma hakkına sahip olamayacağı
“eşitlik ilkesinin” benimsenmesi, topluma bu bilincin yerleştirilmesi çok
önemlidir.
Sağlıksız sosyal ilişkilerin ve şiddetin sorumlusu sadece
toplum algıları ve eğitimsizlik değil elbette. Kapitalist sistemin dayatmaları
da insanlarda, karşı cinse karşı güvensiz ve üstün olma duyguları oluşturuyor.
Sistem çözülmüş, güvensiz ve iletişimsiz yaşayan toplumun
“sosyal, politik ve kültürel” değerlerini ve birikimlerini silip süpürürken
geriye, kendine yabancı insanlar kalmaktadır.
Toplumumuzdaki ön yargılar, yerleşmiş yanlış kabuller, hızla
değişen sosyal yaşam şekilleri, sosyal medya kirliliği, köyden kente göç,
insanların gelenekleri ile kent kültürü arasında sıkışması, aile kurumunun
manevi derinliğini kaybetmesi, aile bireylerinin paylaşma ve uzlaşma
kabiliyetlerini yitirmiş olması kapitalist sistemin yansımalarıdır.
Toplumdaki hızla değişen “sosyal, kültürel ve ekonomik”
şekillendirmeler, kadınla erkeği birbirinden uzaklaştırırken, birbirleriyle
iletişim kuramaz, ortak bir dil oluşturamaz hale getiriyor. İnsanlar şiddetin,
toplumun sorunu olduğunun farkında bile değiller.
Sonuç olarak;
Toplum, “kadına şiddet” konusunda, suçlu arama ve karşı
cinsi cezalandırma gibi bir duruma kilitlenmiş vaziyette.
Şiddetin cinsiyeti yok!
Şiddet, çözülmemiş birçok sorunun neticesidir.
Benim meselem; kadının da erkeğin de aynı gemide
olduklarının farkına varması, hak ve sorumluluklar konusunda eşit olduklarının
bilincine ulaşmaları… Yani eşitlik.