Çok ciddi orman yangınlarını deneyimlediğimiz
ve hafızamıza “yangın yazı” olarak kazınmış bir dönemden geçiyoruz. Canımızın
çok yandığı bu dönem insanın doğa karşısında ne kadar çaresiz olabileceğini
gösterdiği diğer felaketleri de bize yaşattı. Zaten iki yıldır deneyimlediğimiz
pandemi koşulları canımızı çok sıkmışken, bir de bu tür kötü haberler almak
hepimiz için şüphesiz çok yorucu oldu. Azerbaycan’dan gelen itfaiye konvoyları,
İspanya’dan gelen söndürme uçakları, dünyanın her yanından gelen destek
mesajları ve iyi niyet ifadeleri hepimizi bu kötü günlerde zor da olsa mutlu
eden yaklaşımlar oldular. Peki dünya için bir yerde yaşanan bir soruna müdahil
olmak ve onu çözmeye çalışmak sadece bir iyi niyet göstergesi mi? Hem
araştırmalar hem de tarih bundan çok daha fazlası olabileceğine işaret
ediyor.
Bundan yaklaşık iki yüz sene önce, 1815
Nisan’ında dünyanın ölçülmüş en büyük volkan patlaması yaşandı. Endonezya’daki
Tambora yanardağının patlaması yakın çevresindeki tüm canlı yaşamını büyük
ölçüde yok etti. Bunu bugün duyduğumuzda orası adına üzüntü hissetmek çok zor
bir duygu değil. Ama oldukça karmaşık ilişkiler ağına sahip bir gezegende
yaşamak bundan çok daha fazlasını gerektirmekte. Yanardağdan çıkan küllerin
yaklaşık on altı kilometre yükseğe çıkması, onları bu yüksekliklerde esen ve
“jet stream” olarak bilinen hava akımlarıyla buluşturdu. Bu hava akımları
yanardağdan çıkan bu külleri çok kısa sürede batıya, Avrupa’ya doğru taşıdılar.
Bu küllerin güneş ışığını gölgelemesi ile Kuzey Amerika ve Avrupa’da ortalama
sıcaklık 3,5 derece kadar düştü, 1816 yılında yaz mevsimi yaşanmadı. Avusturya
- Macaristan imparatorluğu köylülerin tarımsal ürün alamadığı bu dönemde
açlıkla baş edebilmek için farklı coğrafyalardan yardım toplanması yönünde
çağrılarda bulundu. Büyük sefaletin, hastalıklaların, ölümlerin yaşandığı ve
tüm Avrupa’da hayatın durma noktasına geldiği bu dönemin sebebi, 3500 km ötede
oluşan bir yanardağ patlamasıydı. Üç-dört yıl etkisi devam eden bu dönemi
içinde yaşadığımı iz pandemi dönemiyle kıyaslarsak, aslında dünyanın bir
yerinde olan basit bir olayın hepimizin hayatını ne kadar uzun süre ve derinden
etkileyebileceğini bir kez daha deneyimlenmiş oluyoruz.
Tam da bu nedenle, artık dünyanın hiçbir
yerinde yaşanan hiçbir olay sadece orayı etkilemiyor. Sadece oranın sorunu da
olmuyor. İsviçre’de gereksiz yere açık bırakılan bir lamba dünyanın başka bir
yerinde bir çocuğun suya erişimini engelleyebilir. Bizim orman yangınlarımız üç
yıl sonra Vietnam’ın pirinç hasadını yok edebilir. Benzer şekilde, yıllar önce
televizyondan seyrettiğimiz Japonya’daki tsunami, tıpkı binlerce yıl önce
Ege’deki Santorini patlamasıyla Anadolu’nun Ege ve Akdeniz kıyılarına ulaşan ve
hayatı büyük ölçüde sona erdiren tsunami gibi, bir gün bizim de sorunumuz
olabilir. Kısaca, Brezilya’daki orman yangını, Çin’deki virüs, Grönland’taki
erime evde pişirdiğimiz pilavın kıvamının istediğimiz gibi olması kadar bizim
de sorunumuz. Umuyorum medeniyet tarihinde onlarca benzerini gördüğümüz bu
karmaşık ilişkiler ağına yeterince hazır bekliyoruzdur. Dünya, bütün ülkeleri
sadece kendi coğrafi sınırları içerisindeki alandan sorumluymuş gibi davranmama
konusunda ciddi biçimde uyarıyor.