Anayasa, yönetenlerin
yönetme biçimini belirler. Bu nedenle de yönetime aday olanlar Meclis’te ve
halka açık biçimde yürürlükteki anayasa üzerine “Namusum, şerefim üzerine söz
veririm” diye yeminlerini ederler. Ama bu yemin, zaman zaman havada kalır. Yemin
edenler, yeminlerini unutur, hatta yemin ettikleri Anayasa’yı bile tanımaz
duruma düşerler.
Güzel de bu
yaklaşım ne getirir? Keyfilik getirir, dediğim
dedik çaldığım düdük yaklaşımını getirir ki bu yaklaşımın adı demokratlık
değil keyfilik olur. Bu, diktatörlüğe özenmeyi beraberinde getirir. Halkın oyu
ile seçilenler, zamanla kendilerini kral sanırlar. Bunun örnekleri görülmüştür.
Saddam gibi, Nasır gibi hatta Esat gibi yöneticiler seçimle göreve geldikleri
halde birer diktatör oldular. Bu insanlar hem kendilerini itibarsızlaştırdılar
hem de toplumlarını çıkmaza soktular.
Yakında gördük
ya, ABD’nin geçmiş dönem başkanının oynadığı oyunu. Bu yaklaşım seçimle göreve
gelen ülke yöneticilerine de örnek olmalıdır. Bu hırs ne Allah aşkına? Seçimle
gelen seçimle gitmelidir. Doğal olmayan yollara başvurulursa saygınlık da
yitirilir.
Ülkemiz, şu
anda zor koşullardan geçiyor. Ekonomik yönden olsun, sağlık yönünden olsun,
demokratlık açıdan olsun. Dış ülkelerde itibar açısından olsun zor günler
yaşıyoruz. İnsanlarımız ürettikleri ürünlerini ederine satamıyor. Esnaf,
dükkânını açamıyor, okullarda eğitim istenildiği düzeyde değil. Doğal olarak
düşünen ve aydın olan insanları bu olumsuzluklar rahatsız ediyor. Bu
olumsuzluklar, insanlarımızı gerdiği gibi sokaklarda veya meydanlarda
tepkilerini de gösteriyorlar.
Özel işlerde
çalışan veya devlette çalışan işçiler, memurlar devletin güvencesindedirler. Bu
insanlar, patrona değil, devlete güvenirler. İşçi hakları için yürürlükte olan
yasaları kendilerine güvence görürler. Doğal olarak da haksızlıklarını devletin
çözeceğine inanarak çalışırlar.
Haklarını
arayan işçilere ahlaksız dersek, onların alın terlerine haksızlık etmiş olmaz
mıyız? Hak aramak, önce işverene ses
duyurmakla olur. Olmazsa bu insanlar, hükümete seslerini duyurmak isterler.
Olmazsa anayasal hakları olan toplanma ve grev haklarını kullanırlar. Bunun
adına hak arama denir. Ama bu insanlara ahlaksız dersek, hem o insanlara
haksızlık yapmış, hem de yasaları çiğnemiş olmaz mıyız?
Demokrat olan
ülkelerde boykot etmek, sesini miting yaparak duyurmak, yürüyüş yaparak
haksızlığı, haksızlık yapanlara duyurmak yine kişilerin anayasal haklarıdır.
Devletin temel
görevi ise, polisi ile, jandarması ile demokratik haklarını arayan insanları
sindirmek değil, o insanların anayasal haklarını, emeklerini korumak,
kollamaktır. Bu hakları fırsat bilerek olayı istismar eden kişilere karşı hak
arayanları korumaktır.
Boğaziçi
Üniversitesi öğretim üyelerinin ve öğrencilerinin eylemlerine şiddetle
yaklaşmak demokratik bir ülkenin yönetimine yakışmıyor. Türkiye’nin sayılı
üniversitelerinden olan bu güzide kurumda kim okumak istemezdi, kim oğlunun,
torununun bu üniversitede okumasını arzulamazdı ve arzulamıyor ki? Ama istemek
ayrı, o kuruma girebilmek ayrıdır. Oradaki öğrencilerimiz, ülkemizin zeki,
sosyal gençleridir. O gençlerin bir amacı vardır, kendilerini geleceğe
hazırlamak ve ülkemizi çağdaş ülkelerin üzerine çıkarmaktır. Göz bebeğimiz olan
gençlerimize ‘terörist’ dersek haksızlık yapmış oluruz.
Boğaziçi
Üniversitesi’nde bizler veya çocuklarımız okuyamamışsa okuyanları lütfen
kıskanmayalım. Okuyan çocuklarımıza, gençlerimize destek verelim. O kurumda
görev yapan öğretim üyelerine saygımızı ve onların öğrencilerine sevgimizi
gösterelim.
Ben böyle
düşünüyorum. Sanıyorum ki doğrusu da bu.