Düşünsenize, bundan 20-25 yıl önce hayatımızda cep telefonu
yoktu. 30 yıl önce televizyonda sadece bir kanal vardı ve o da 12’de sona
eriyordu. 40 yıl önce bırakın televizyonu telefonu çoğu yerde elektrik yoktu.
Olsa da sık sık kesilirdi. 1960’a kadar Karadeniz’de şehirlerarası yol yoktu.
Giresun’a, Ordu’ya gitmek bile bir gün sürüyor, İstanbul’a gitmek için adeta
kervan düzülüyordu. Yazılan mektuplar 10-15 gün sonra yerine ulaşıyordu. Ama
insanlar birbirleriyle daha fazla görüşüyordu.Arkadaşlık, dostluk ve komşuluk
vardı. Samimiyet vardı. Güven vardı. Dünyada olup bitenden çok fazla
haberimiz olmazdı. O yüzden çevremiz kadar üzülür, çevremiz kadar mutlu olurduk.
Strese, depresyona girmezdik. Bir bardak çay ikramıyla mutlu olur, bir fincan
kahvenin 40 yıl hatırını sayardık.
Sokaklarda, boş arsalarda envai çeşit oyunlar oynardık.
Arabalar ve apartmanlar olmadığı için tüm sokaklar ve arsalar bizimdi. Hayal
ürünü canavarlarla savaşır, mahalle çetesi kurarak planlar yapar, paylaşmayı
ve arkadaş olmayı (birlikte hareket etmeyi) en samimi haliyle yaşardık. Kan kardeşi
olur birbirimizi kollardık. Yazları sabah 5 akşam 5 deniz mesaisi yapar,
kışları boş bir depo ya da odunluğu karargah tutardık. Çocuk çocukluğunu, genç
gençliğini, yaşlı yaşlılığını bilirdi. Güneşli günlerde merdivenli sahanlığı
olan evlerin kapılarında annelerimiz toplanır, el işi yapar, yufka açar, reçel
kaynatırlardı. Şimdiki çocuklar bilmez ama, o tereyağlı yufkanın lezzeti, en
pahalı hamburgerden bile güzeldi.
Yani insandık!
Şimdi ise parlak ekranlara mahkum olmuş, yalnızlığın her
tarafımızı kuşattığı otonom bireylere döndük. Son 20-30 yılda baş döndürücü
bir hızla gelişen teknoloji ulaşımda ve iletişimde tüm duvarları ortadan
kaldırdı. İstediğimiz anda dünyanın her yerine ulaşabiliyoruz. Dünyanın herhangi
bir yerindeki, hayatta canlı olarak hiç karşı karşıya gelemeyeceğimiz, elini
dahi sıkıp tokalaşamayacağımız insanlarla arkadaş olabiliyor, birçok şeyi
paylaşabiliyoruz. Dünyanın her yerindeki her olaylardan her gelişmeden
haberimiz oluyor.
Ama teknoloji öyle bir hale geldi, hepimizi öyle bir kuşattı
ki; sağladığı avantajların yanında dezavantajlarını daha fazla yaşar hale
geldik. Hayatımızı kolaylaştıracak arabalar o kadar çoğaldı ki artık şehirler
hareket edilemez, nefes alınamaz hale geldi. Tek arkadaşımız, dostumuz kişisel
bilgisayar, tablet ve cep telefonları oldu. Aynı evin içinde aile bireyleri
dahi o parlak ekranlardan başını kaldırıp birbirini göremez hale geldi.
Ve en acısı; tüm bu yalnızlığımıza tüm dünyanın acılarını
da dahil etmemize sebep oldu. Dünyanın herhangi bir yerindeki bir cinayeti, savaşı,
zulumü duyar, görür hisseder hale, tüm bu bilgiye rağmen ise hiçbir şey
yapamamanın çaresizliğiyle kıvranır hale geldik. Sokak hayvanlarına yapılan
eziyetleri, kadın ve çocuk istismarlarını o kadar fazla görür hale geldik ki
tarif edilemez. Bu kadar yükü nasıl ve daha ne kadar kaldırabiliriz bilemiyorum.
Tüm acılar normalleşiyor gibi gözükse de uzun vadede hepimizin içinde derin
izler ve acılar bırakıyor. Yoruluyoruz. İnsanız sonuçta!
O yüzden bazen insan olduğumuzu hatırlayıp; teknolojiden
uzaklaşmamız akıl, ruh ve beden sağlığımız açısından çok önemli! Arada dışarı
çıkıp bir nefes alın, yürüyüş yapın ve insanlara selam verin. Deniz
kenarında koşun, sonra oturup denizi ve ufku seyredin. Arabalarınızı park edip,
bisiklete binin. Köye çıkıp ağacından meyve koparıp tadına bakın.
Bu akşam bir komşunuzun kapısını çalıp çayını için.
Televizyon kapatılmaz belki ama en azından çay içerken cep telefonundan
kafanızı bir anlığına kaldırıp, “Nasılsın komşu” sorusuna “Teşekkürler. Sen
nasılsın” diye cevap verip, birkaç kelam eder, canlı, sıcak ve samimi bir sohbete
başlarsınız. Deneyin iyi hissedeceksiniz. Biz insanız.