Merhabalar,
İlk kez Erzurum’da, küçük bir çocukken tanışmıştım deprem
gerçeğiyle. Daha önce duyduğum fakat hiç şahit olmadığım deprem öyle bir
karşılaşmayla hissettirmişti ki varlığını, o gün yaşadıklarım ve hissettiklerim
yıllar sonra bugün bile aklımda. Evden çıkmaya çalışırken kapanan kapıyı
açamamanın verdiği korkuyu unutmak mümkün mü? O sırada bir yerlerden düşen eşya
ve sallanan avize taşlarının seslerini de...
Ölen ve yaralananlar olduğunu duymuş, yıkılan binaları
görmüştüm. Yaşadığımız lojmanda çatlaklar oluşmuş fakat çok ciddi bir hasar
meydana gelmemişti. Bugün o tarihlerdeki depremlere baktığımda şiddetinin 6.9
olduğunu anladığım bu sarsıntıdan sonra uzun bir süre her ses, korkuyla avizelere
bakmama neden olmuştu. Çocukça bir mantıkla, sallanan avizeler deprem olduğu
anlamına gelecekti çünkü. O günden sonra ara ara ölçeğe göre ufak sarsıntılar
hep olmuştu ama ruhumuzdaki şiddeti hep hasar oluşturan kadardı.
Her deprem haberi, can ve mal kaybı yaşamamış olmamıza
rağmen bana o zamanları hatırlatır. Sevdiklerini kaybeden, evleri yıkılan ya da
kendisi zarar görenlerin neler hissedebileceğini düşünemiyorum bile.
İzmir’in daha çok etkilendiği fakat çevre illerden de
hissedilen 3 gün önceki deprem de, bizi yine “deprem gerçeği” ile yüzleştirdi,
çaresiz bekleyişin ne demek olduğunu hatırlattı, yüreklerimizi sızlattı.
Sarsıntıyı duyup olayın boyutunu anlamadan önce o bölgede yaşayan
sevdiklerimizin iyi olduğu haberlerini alınca elbette sevindik ve yüreğimize su
serpildi ama yıkılan binalar, enkaz altında kalanlar, yakınlarından haber
alamayanlar ve kaybedilen canları gördükçe içimiz acıdı, su serpilen
yüreklerimiz yeniden dağlandı. Tavan ve tabanın birleştiği bina görüntüleri,
yıkıntılar arasından duyulan sesler, nerede olduğunu bilmeden yakınlarını
arayan insan görüntülerine yürek dayanır mı hiç?
Bir zamanlar zevkle dolaştığımız o güzel sokaklardan dere
gibi akan suya kapılarak gelen cansız bir kadın bedeninin babaannesi olduğunu
fark eden gencin çığlıkları kulaklarımızdan kolay kolay silinebilir mi?
Uzaktan bunları hissediyorken orada olan ve bire bir depremi yaşayanların hissettiklerini tahmin edebilsek de anlayabilmemiz mümkün değil fakat her an hepimizin aynı durumda olabileceğini bilmemiz ve anlamamız mümkün. Her ne kadar deprem doğal afet olsa da, uygun zeminde, uygun koşullarda, uygun malzemeler ve uygun mimari projelerle oluşan hasarın en aza indirilebilir olduğu bilimsel bir gerçek. Van, Erzincan, Erzurum, Gölcük, Düzce, Bingöl, Elazığ ve son olarak İzmir’de meydana gelen depremler aklıma ilk gelen, hasar oluşturan ve can kaybına neden olan depremler. Yani ülkemizde böyle bir gerçeğimiz var ve tedbir almak zorundayız. Tedbir aldıktan, depreme dayanıklı binalar yaptıktan sonra olacaklar bizim kontrolümüzde değil elbette ama kontrol edebildiğimiz düzeyde gerekenleri yapmak elimizde.
Başta İzmir’de yaşayanlar olmak üzere depremi hisseden
herkese çok geçmiş olsun diyor, kaybettiklerimize rahmet, yakınlarına sabırlar
diliyorum. Acının dili, dini, ırkı, milliyeti, siyasi görüş farklılığı, bölgesi
olmayacağını bir kez daha hatırlatırken Ahmed Arif’in şu dizelerine kulak
verelim diyorum.
Nerede bir can ölse,
Oralı olur yüreğim...
Olmalı zaten!
Olmazsa “insan” olmaz yüreğim...
Sağlıcakla kalın.