Merhabalar. Salgınla
mücadelemiz tüm hızıyla devam ederken, korunma yollarını bilmemize ve aşılanan
bir kesim de bulunmasına rağmen, günlük vaka sayılarımız ortada. Bu sayılar,
1-2 hafta sonra hastaneler ve yoğun bakımların doluluk oranlarının artması
demek olacak. Şu an için bile hastanelere yansıyan bir artış varken, bunun daha
da artmış halini görmek hiçbirimiz istemeyiz.
Korunma yollarını
hepimiz biliyoruz fakat uzayan süre, bildiklerimizi uygulamaya uyumu giderek
azalttı. Sokakta, markette, alışveriş merkezlerinde maskesiz kimse görmüyoruz
artık ama mesafe konusunda ne yazık ki aynı hassasiyeti de görmüyoruz. Maske
kadar mesafeyi korumak da önemli. Yani maskeli de olsak sosyal mesafeyi
korumak, birbirimizden uzak durmak zorundayız.
Son dönemdeki
artışın bir diğer nedeni de kapalı ortamlarda bir araya gelinmesi, kısa
süreliğine de olsa yemek, sigara gibi nedenlerle maskesiz bir arada
bulunulması. Şikayetimizin olmamasının, virüs taşımadığımız anlamına
gelmediğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Kalabalık alanlarda maske
kullanmayan yok fakat mesafeye uyan da yok. Maskenin zorunlu hale gelmesiyle
kullanım oranı artmasına rağmen sosyal mesafeyi denetleyecek bir mekanizma ya
da yöntem olmaması, kalabalık alanlarda uyumun azalma nedenlerinden. Halbuki
herkes, kendisinin ve sevdiklerinin koruma mekanizması ve denetleyicisi olmak
zorunda.
Aynı şekilde düğün,
cenaze gibi kalabalık alanlar da en riskli gruplar. Çünkü hem sayı olarak fazla
insan bir arada bulunuyor hem de yakın temas ihtimali diğer kalabalıklara göre
daha yüksek çünkü sevinci ve üzüntüyü paylaşma şeklimizin temelinde yakın temas
var.
Okullar da bulaş
açısından riskli alanlar. Çocuklar korunma önlemlerini bilseler de, uyum ve
hassasiyetleri yeterli olmayabiliyor. Onlara evde her gün tekrar tekrar
yapılacak hatırlatmalar ve okullarda öğretmenlerin sıkı denetimi şart gibi
duruyor. Mutlaka yapılıyordur fakat yeterli olmadığı da ortada.
Aile içi bulaş da
son zamanlardaki artışın nedenlerinden. Yaklaşık 1 yıldır dikkat eden, korunan,
hassasiyet gösterenlerin de aile içi bulaş nedeniyle enfekte olduklarını
görüyoruz.
Akciğer etkilenimi
nedeniyle yatırdığımız bir grup hastanın aşı olma hakkı bulunan grupta olmasına
rağmen aşı olmak istemediğini, hasta değerlendirmelerimizi yaptığımız
vizitlerde öğreniyoruz. Nedenini sorguladığımızda da bilimle bağdaşmayacak
cevaplar alıyoruz. Aşı elbetteki herkesi koruyacak diye bir şey yok ama en
azından korunmak için atılmış bir adım olarak kalır, belki de koruyacak olduğu
grupta yer almayı sağlar. Nefes alamazken “Aşı olmamı oğlum/kızım istemedi”
cümleleri hem anne-baba, hem de evlatlar için gerçekten ruhsal travma. “Acaba
aşı olsa da böyle olur muydu?” sorusuna hiçbir yerde cevap bulunamayacak
elbette ama cevabı çok açık bir soru var, o da “Aşı olmak gerekli mi?” sorusu.
Evet, gerekli. Korur mu, ne kadar korur, etkisi ne kadar sürer diye düşünmeye
vaktimiz yok. Ne kadar korursa ve etkisi ne kadar sürerse…
Nefes almakta güçlük
çeken hastaları, yoğun bakım ihtiyacı doğanları, tedavisi bitmesine rağmen
oksijen ihtiyacı devam edenleri gördükçe tekrar hatırlatmalar yapma ihtiyacı
hissettim.
Korunmak
“Maske+mesafe+hijyen” kadar kolay. Biliyorum yorulduk, bunaldık, sıkıldık ama
biraz daha sabır lütfen. Şu anda ihtiyacımız olan en önemli şey, sabır. Sağlıcakla
kalın.