Merhabalar,
Deniz kenarında, kuş sesleri ile uyandım yeni güne. Hafta
sonu da olsa erken kalkmak, hem çocukluktan kalma, hem de iş yaşamının
getirdiği bir alışkanlık ama en sevdiklerimden. “Sabahı çok seviyorum. Herkes
uykudayken ki sabahı. Daha kimsenin eli sabaha değmemişken!” diyen M.Mungan’ın
cümlelerinde kendimi bulmam da bu yüzden belki. Kimsenin elinin değmediği
sabahın sessizliğinde sadece doğanın sesini dinlemek ve mükemmel düzeni görmek
bile ne büyük şükür sebebi. Böyle sabahları fırsat bilip değerlendirmeye çalışmam
da, bu güzel hisleri kaçırmama isteğimden. Sessiz, sakin, dingin sabahlarda
atılan her adım bu nedenle kıymetli, bu nedenle anlamlı gelir her zaman bana.
Bugün de farkettim ki; sabahın serinliğini, havanın
ferahlığını, günün vakit olarak dinginliğini fırsat bilip yürürken ki her
adımım içsel bir yolculuk da aynı zamanda.
Aynı yerdeki yürüyüşlerimde genellikle belirlediğim bir
noktadan dönerken bu kez bir farklılık olsun diyerek biraz daha ileri gittim.
Farklılık arayışı yürüyüşlerde bile varken hayatta neden olmasın diye
düşünürken aniden güzel bir kokuyu en derin hücrelerimde duyumsayarak durdum,
etrafıma bakındım ve kendimi bir an ortaokul yıllarımda, Divriği’nin dar ama
samimi ve yaşanmışlıklarla dolu sokaklarında, sırtımda çantam, okuldan eve dönerken
ki halimde hissettim. O çocuk halimle sağıma soluma bakındım, sokakların her
iki yanında üzerinde küçük ve narin sarı çiçekleri olan iğde ağaçlarını gördüm,
hafif esintiyle yapraklarının birbirine sürtünerek çıkardığı o sesi duydum
sanki. İğde ağacının kokusunu o yıllarda da çok severdim, hatta ağaçların
bulunduğu yerden daha yavaş yürürdüm ki yol hemen bitmesin. Nasıl güzel bir
koku, nasıl güzel duygular anlatamam. İnsan ne tuhaf bir varlık, bir koku beni
aldı, yıllar önceye ve o an hissettiğim duygulara götürdü diye düşünürken bir
yandan da kokunun nereden geldiğini bulmak için etrafa bakınmaya başladım ama
görünürde iğde ağacı yoktu. Yoktu ama olmalıydı çünkü yanılmış olamazdım, daha
doğrusu ben yanılsam da bende iz bıraktığını farkettiğim iğde ağaçlarıyla dolu
anılarım yanılmış olamazdı. Kokusunu hissettiğim ama bulamadığım iğde ağacının
varlığı olmasa da oluşturduğu duygularla yürümeye devam ettim. Biraz daha
ilerleyip yolun diğer tarafına geçtim. İğde kokusu alıp etrafa bakındığım yerin
yolun karşı tarafına denk gelen kısmına geldiğimde aynı kokuyu tekrar
hissettim. Durdum ve tam da o sırada ağaçların arkasında kalmış bir iğde
ağacını farkettim. Bir ağacın beni bu kadar mutlu edeceğini başkası söylese
inanmazdım herhalde. Üzerinde çiçekleri yoktu belki ama kokusu ve gri-yeşil
yaprakları arasında yeni filizleri vardı, anılarımdaki kadar büyük değildi
belki ama varlığıyla oradaydı, sayıca çok değildi ama biricikti ve aynı
duyguları yaşattı.
S. Freud “Bir insanı unutabilirsin. Bir insanın sana neler
yaptığını da unutabilirsin ama o insanın sana neler hissettirdiğini asla
unutamazsın” derken, yaşananlardan çok hafızada kalan duyguların anlamlı
olduğuna dikkat çekiyor. İnsan değil ağaç da olsa sonuç değişmiyor, ne
hissettirdiği unutulmuyor, ufak bir hatırlatıcı uyaran o güzel duygulara
taşıyor.
Bazen bir kek kokusu geçmişe götürür insanı, bazen toprak,
bazen sıcak bir ekmek, bazen temiz bir çarşaf, bazen bir çiçek ya da parfüm
kokusu.
Ben iğde kokusu ile 13-14 yaşlarıma döndüm bugün. Sizi hangi
kokular nerelere götürür hiç düşündünüz mü?
Mis gibi temizlik, ferahlık ve huzur kokan güzel günler
dileğiyle..
Sağlıcakla kalın.