SON DAKİKA
SON DAKİKA


Hayat
20.04.2020

Yoğun ve yorucu geçen bir gecenin ardından “en güzel nöbet, biten nöbettir” diyerek ayrıldım sabah hastaneden. Covid-19’a bağlı enfeksiyonların toplandığı referans hastane olmamız nedeniyle susmayan telefonlar, hasta yatışları-çıkışları ve ilçelerden gelen hastalar ile yoğun geçen 24 saatlik bir nöbetin bitimi sonrasında bir an önce eve gelme isteğim, ani gelişen akciğer sıkıntısı nedeniyle yoğun bakımda bıraktığım arkadaşım sebebiyle, bu kez dinlenmek için mecburiyettendi.

 

Nöbet vesilesiyle sabahın ilk ışıklarına tanıklık etmek hayatı, birbirini kovalayan günleri- geceleri, bu akıştaki rollerimizi düşündürdü. Olağan akış olarak gördüğümüz her sabahın bize verilen hediye olduğunu anlamak çok zor değildi belki ama sürekli koşuşturmak, işleri yetiştirmeye çalışmak bunun farkına varmamız için engeldi. Arada hayata mola vermek, farkındalıkla yaşamayı sağlamak gerekirdi ama bunu başarabilmek hiç de kolay değildi. Tam da bunları düşünürken bir telefonla, verdiğim bu küçük mola sonrası olağan hastane akışı devam etti ve ilerleyen saatle bir nöbet daha bitti.

 

Her zaman dolu olan, araba parkı için zor yer bulduğumuz otopark, salgın süresince boştu. İzolasyon uygulanıyor olması salgın yoğunluğuna rağmen hastanede genel anlamda sakinlik oluşturuyordu. Tüm hastalara şifa dileyerek hastaneden ayrılırken sokağa çıkma yasağı nedeniyle boş olan yollar, keşke buna gerek kalmadan başarabilseydik diye düşündürdü. Günlerce Covid-19’un bulaşma yollarından, korunmadan, dikkat edilmesi gerekenlerden bahsetmiş olmamıza ve uygulama konusunda giderek artan uyuma rağmen istediğimiz seviyeye ulaşamadığımız açıktı. Hasta öykülerinde hâlâ, oturmaya gidilen komşu evinde corona enfeksiyonu olduğunu sonradan öğrendiğini söyleyenler, cenazede sarıldığı kişinin ertesi gün hastaneye yattığını duyanlar vardı. Peki neden günlerdir bunlar konuşuluyor olmasına rağmen uygulamada bu kadar gevşek ve önemsiz davranılıyordu? Neden sokağa çıkmayın ya da evde kalın çağrısına rağmen dışarıda olanlar vardı? Bunu anlamak gerçekten çok zor..

 

Zaruri haller, görevi nedeniyle dışarıda bulunmak zorunda olanlar haricinde önemseme  avırları sergileyenler tüm toplumu riske attıklarının farkında mı değillerdi acaba? Ya da mikroorganizmaların çıplak gözle görülemiyor olması inandırıcılığını mı azaltıyordu? Boş vermişlik içinde olanların izolasyona dikkat etmemesi eğitimle çözülemediğine göre ne yapmak gerekirdi? Cevapsız sorularla ilerlerken güneşin pırıl pırıl ışıkları insane yaşama sevinci veriyor ve bunu bir kez daha hissettiriyordu. Yasak nedeniyle bomboş olan yollar ve fırından aldığım ekmeğin o güzel kokusuyla eve gelirken şükredecek ne çok sebebimiz olduğunu da hatırlatıyordu aslında hayat.

 

Yaşam bize verilmiş en güzel hediye. Geçmişi biliyoruz ve değiştirme şansımız yok, geleceğin getirecek ve götüreceklerini bilmiyoruz ama imkanlar ve irademiz ölçüsünde değiştirme olasılığımız henüz yaşanmamış olduğu için mevcut. Yaşadığımız zaman yani şu an ise en gerçek olan, bize etkisini hemen hissettiren an. Pırıl pırıl güneşi o an hissetmek ile geçmişte yaşadığımız güneşli bir zamanın oluşturduğu etkiyi hatırlamak aynı değil ya da sıcacık taze ekmek kokusunun oluşturduğunu hissetmek ile geçmişte olan ve oluşan bu hissi anlatmak aynı duyguyu hissettirmeyecek. Yani geçmiş ve gelecek yerine şu anda olmak en olması gereken. Zamanın kıymetini bilmek, hayatı farkındalıkla yaşamak, yorulunca “dur” diyebilmek ve bunu başarabilmek en doğrusu. Her günle güzellikler gelsin hayatımıza.

© 2020 www.karadenizgazete.com.tr | Karadeniz Gazetesi bir Güçlü Ticari Ve Sınai Ürünler Pazarlama Ticaret Ve Sanayi Anonim Şirketi ‘dir.

Giriş Yap