Salgın ve yoğun geçen günler nedeniyle bu yıl baharı ve
tabiatın yeniden uyanışını hepimiz bir parça kaçırmış olsak da, bu sabah ben,
bedenen yorulup ruhen dinlenmek için doğanın güzelliklerine bıraktım kendimi.
Araçla geçtiğim yolları, yürüyerek geçmeyi seçtim bu kez.
Nedenini bilmiyorum ama eskiden beri çok severim sabahın ilk
saatlerini, güneşin ilk ışıklarını, günün ilk aydınlanma halini, havadaki
ferahlık kokusunu ve yolların o huzur veren sessizliğini. Hatta öğrencilikte
bile biraz erken kalkıp bir kaç dakikamı pencere önünde bu güzellikleri
hissetmeye ayırmışımdır hep.
Sabahın ilk saatlerinde sessiz, sakin, sadece ayak sesimi
duyduğum yürüyüşüm, minicik bedenlerinde binlerce nağme barındıran kuşların
melodilerini hissederek başladı. Nasıl oluyor da her biri farklı besteler
yapabiliyordu ki hemde hiç aykırı bir ses çıkarmadan? Yol kenarındaki sarı
çiçekleri ve papatyaları dikmiş ve her gün sulamış olsak bile bu kadar güzel
açar mıydı acaba? Sıklıkla araçla geçtiğim bu yolda neden daha önce dikkatimi
çekmemişti ki bu güzellikler?
Ağaçların ihtişamı, gökyüzünün maviliği ile birleşen
yemyeşil dallar, yaprakların arasından süzülen güneş ışıklarının verdiği
huzurun tarifi olabilir miydi ve bu hisleri anlatmak için kelimeler yeter
miydi?
Biraz daha ilerleyince sessizliği bozan, daha doğrusu huzur
ve renk katan ufacık bir derenin sesini neden daha önce duymamış olabilirdim
ki?
Ya yerdeki minicik çiçekler.. İtina ile yerleştirilmiş hissi
veren her ayrıntısı güzel, her ayrıntısı özel o minik mavi çiçekler. Maviye
sevdam, gökyüzü ve denize hayranlığımla başlamışken, bu minicik gözüken
çiçeklerin müthiş güzellikleriyle daha da artabileceği aklıma gelir miydi hiç?
Uzaktan bakınca “çiçek işte” deyip geçebileceğim bu sanat eserlerinin yanından
kim bilir kaç kez geçip, nasıl yakından bakmamışım ki onlara diye ufak bir
hayıflansam da, bugüne haksızlık etmemem gerektiğini düşünerek devam ettim bu
müthiş akışa.
Yol boyu ilerlerken, harikalar diyarında hissi veren bu
muhteşem güzelliklerin hep olduğunu, onları görmek için neden benim geç
kaldığımı düşünürken, bu yolun aslında hayatın ufak bir kesiti olduğunu anlamam
da uzun sürmedi elbette. Sabahın erken vaktinde güneş ışıklarının eşlik ettiği
ilk adım, yolun sonunda kendime varışın başlangıcı oldu aslında.
Günlük hayat koşturmacası içinde hep bir yerlere yetişme,
işlerimizi çözümleme, hayatın bize yüklediği görev ve sorumlulukları yerine
getirme çabası içindeyiz hepimiz. Ne zaman haftanın ilk günü oluyor, ne zaman
son gününe geliyoruz, aylar hatta mevsimler ne çabuk geçiyor diye düşünüyor ve
anlam veremiyoruz. Dikkatimizi sadece yapacağımız işe ya da planladıklarımıza
odaklamamız, o sırada etrafta olup biten, kendiliğinden gelişen pek çok
güzelliği de görmekten alıkoyuyor bizi.
Hayatı “farkında” olarak yaşamak varken, “farkında olmadan” yaşamayı
seçiyoruz. Her gün geçtiğimiz yolların, hayatın kendisinden bir farkı var mı
ki? Bizler aracımızı uygun yere çekip yürümek, etrafı gözlemlemek, hissetmek,
güzelliklerle huzur bulmak varken, hem araçtan inmek istemeyip hızlı
gidişimizden, hem de varacağımız yeri tek hedef belirleyişimizden hayatı
kaçırıyoruz. Aynı yoldan belki daha uzun sürede, belki daha çok zaman ayırarak
ama hissederek de geçebiliriz.
Yaşantı, hem zihinsel, hem de görsel farkındalık üzerine
kurulmuş bir süreç aslında. Düşüncelerimiz gibi somut güzellikleri görmede de
farkındalık, yaşamın her anını değerlendirmek için sunulmuş bir fırsat bizlere.
Bugün, bir de bu gözle bakalım mı tüm olup bitenlere?
Sınırlı yaşam süremiz içinde, kaçırdığımız güzellikleri
farketmemiz dileğiyle.
Sağlıcakla kalın..