Poliklinik yaparken enfeksiyon hastalıklarının takip ettiği bir hastayı konsültasyon amaçlı tekerlekli sandalyede getirdiler. Ciddi kilo kaybı yaşamış olan bu hastanın yüzüne baktığımda bu kilo kaybının altından kesinlikle sıkıntılı bir hastalık çıkacağını anlamıştım hastanın cildinde belirginleşen koyulaşma sanki bir tehlike sinyali gibi duruyordu. Hastayı muayene ederken sekreterimin eğilerek kulağıma bu hastadan lenfoma (lenf kanseri) düşünülüyor dediğinde gerçekten lenfomayı destekleyecek bütün bulgular mevcuttu. Ama ben çok büyük oranda akciğer tüberkülozu ve tüberküloza bağlı sistemik tutulumlarının olduğunu düşünüyordum ve bunun içinde hastayı sahiplenmem gerekti. Aksi taktirde genel durumu hergün daha bozulan ve tanının doğrulanmasını beklemeden tedaviye başlanılması gereken bir durum karşısında hasta tetkik edilirken vakit kaybedecekti. Çünkü hastada böbrek üstü bezi tutulumu vardı ve mevcut bulgularla eğer tüberküloz düşünüyorsam, tanıyı doğrulamayı beklemeden hemen tedaviye başlayıp tedaviden tanıya gitmeliydim. Gerçekten fakültede araştırılması gereken bir durumdu. Ve ben tedaviye başlarken hastama <<Siz gazeteciymişsiniz ben şimdi size acilen sonuçları beklemeden tüberküloz tedavisi başlayacağım ve 1 ay sonra belki siz bana teşekkür edeceksiniz belki de manşet atıp tanımı geciktirdiniz diyerek gazetenizde beni dava edeceksiniz>>
İşte hekimlik buydu hastanızın aciliyeti durumunda bütün önsezilerinizle hareket edip risk almaktı. Gerçek hasta gibi davranmak ise hekimine güvenmek onun kendisi için çaba sarfettiğini görebilmekti. Hasta ve hekim arasındaki en güzel şeydi güven .Ben bu hastamla bu diyaloğu yaşadım ve 15 gün sonra hastamı taburcu ederken bana yaptığı teklif gazetemizde köşe yazısı yazar mısın olmuştu. Hiç düşünmeden kabul ettiğimde hangi gazeteye yazacağımı bile bilmiyordum. Galiba bu süre içerisinde bende ona güven duymuştum. Bu gazetedeki köşe yazarlığım işte böyle başladı. Sanırım iyi ve kararlı bir hekimden neden iyi bir köşe yazarı çıkmasın diye düşünmüştü sevgili hastam.