Bir dolu hikayemiz vardır bizim. Acıdır yüreğini yakar,
buruk bir hikaye bırakır avucuna oysaki tanımıyorsundur onu, yoktur bir
geçmişin. Varsa da kısacıktır, belki saatlik, belki de günlük tanırsın. Ama bir
anası, bir babası ya da bir evladı kadar yanar o yüreğin.
Ölümün verdiği acıyı kaçınız hayatı boyunca kaç kez
yaşadınız ya da hayatınız boyunca kaç sıcak yüzün soğuduğunu gördünüz? Eğer bir
hekimseniz ya da bir hemşire böyle tablolarla defalarca karşılaşmışsınızdır ve
her ölüm sonrası yakınlarına verilen o acı haber vardır ya, sanılır ki o anda
oracıkta bırakılıp gidilmiştir. Hayır, arkasını dönüp giderken o omuzlarına
sizin ağır yükünüzü alıp gitmiştir.
Her nöbet ayrı bir atraksiyondur bizim için, elimizin
altından kayıp giden her hayat doğduğumuz an kadar masumdur halbuki. Güle
oynaya kucağınıza aldığınız o hayat maalesef gözyaşları ile uğurlanırken
Allah’ın verdiği cana ikinci bir hayatı geri veremediğiniz için hem kendinizi
suçlu hissedersiniz hem de suçlanırsınız.
Yapılası meslek değildir bizimki, duyguların bu kadar
hissizleştirilerek sunulan bir hizmet bazen düşündürür beni.
Bir trafik kazasında pres olmuş bir arabadan çıkarttığınız
yaralılar, cesetler... Arabanızla geçerken ne oldu diye merak edip durup
seyreylemek istediğiniz o manzaralar vardır ya kan görmeye bile dayanamadığınız
ama bakmadan geçemediğiniz. O manzaralardır sağlık çalışanlarının duygu
törpüsü.
Artık bunları bizleri takdir edin ya da alkış tutun diye yazmıyorum. Sadece bu yazımı bu köşeye koyarken, imrendiğiniz, garantili meslek olarak gördüğünüz bu kutsal meslekte bugün yaşadığım bir olay karşısında istedim ki siz de benimle ağlayın. Çünkü ben güle oynaya para kazanan insanlara gıptayla bakıyorum ve onları çook kıskanıyorum.