Binlerce yıllık Türk Devleti, karanlığa gömülmüş durumda!
Demokrasiyi, Laik Cumhuriyeti, doğuştan kendisine verilen hak ve özgürlükleri,
kadın-erkek eşitliğini, çağdaşlığı, üretip hakça paylaşmayı, kısaca “İnsan”
olmanın değerini bilenler için Türkiye, tam bir yarı açık cezaevi gibi!
İnsanlar nefes alamıyor, iş yapanlar önünü göremiyor, gençler hayal kurmayı,
gülmeyi unutmuş fırsat buldukları anda ülkeyi terk etmeye hazır. Üniversite
bitirenlerin beşte üçü işsiz.
Bu durumda ne yapmak gerek? Kendimize güveneceğiz,
milletimize güveneceğiz, değişimden ve gelişimden yana olmak için çok
çalışacağız. Bizim olan maddi ve manevi değerlerimize sonuna kadar sahip
çıkacağız. Eskilerin dediği gibi, “Enseyi karartmayacağız”, “Postu
deldirmeyeceğiz” yani karanlığa yenilmeyeceğiz. Karanlığa gömüldüğümüzde, “Bu
karanlık, henüz sökmemiş bir şafaktan ibaret. Karanlığın korkusuyla kıvranıyor
olsam da güneş, benim de ülkemin de üzerine doğacak” diyeceğiz. Ama çok
çalışacağız. Çalışmadan ne değişim olur, ne zenginlik, ne de huzur.
Halil Cibran’ın “İnci” diye bir hikayesi vardır; İstiridye,
komşusuna dedi ki; “İçimde büyük bir acı duyuyorum, ağır ve yuvarlak. Yüreğimi
daraltıyor, nefes alamıyorum!” Öbür istiridye kurumlu bir tavır ile yanıt
verdi. “Şükürler olsun göğe ve denize! İçimde bir acı hissetmiyorum. Sağlığım
yerinde, kalbimden kabuğuma kadar çok iyiyim.” O sırada bir yengeç geçti
oradan, konuşulanları duydu ve çok iyi olduğunu söyleyen istiridyeye şöyle
dedi; “Gerçekten de sağlığın mükemmel. Ama komşunun yaşadığı acı, içindeki
olağanüstü güzellikteki bir inciden kaynaklanıyor…”
Nüfusumuzun bir kısmı, yazının başında söylediğimiz
değerleri bilmedikleri için çok rahatlar! İçi boş istiridye gibi! Kendilerine
söylenen her yalana, araştırmadan soruşturmadan inanıyorlar! Çünkü biat
kültürüyle yetişmişler… Fakat insan olmanın değerini, sorumluluğunu ve
haklarını bilen ve onlar için korkmadan mücadele etmekten çekinmeyen bireyler,
tıpkı içinde çok değerli bir inci taşıyan istiridye gibi, tedirgin ve sıkıntılı
olur. İçimizdeki incinin adı “Özgürlüktür!” Onu kaybetmekten, elinden
alınmasından korkarız.
Nasıl ki değerli bir incinin oluşması için en az yedi sene
geçmesi gerekiyorsa, demokratik ve insani değerlerin bir kişide oluşması için
çok zaman gerekir. Hür dünya insanlarının ortak malı olan bu değerler, bir defa
yitirilirse, yerine koymak çok zordur. Örnek mi? İşte burnumuzun dibindeki
İran! Köklü bir devlet yapısına ve güçlü bir kültüre ve aydın insan yapısına
sahip İran halkı, Mollalara kanıp “Din Devleti” kuyusuna düştüğünden beri
çırpınıp duruyor. Ama 42 yıldır çıkamadı. Çıkamaz da! Ya Afganistan? Daha
beter! Çünkü, kafasını kaldıranın, kafasını kesiyorlar! Dünyanın en önemli
petrol-doğal gaz kaynaklarına sahip İran-Afganistan halkı ise fakirlik içinde
yaşamaya çalışıyor! Mollalar ve yandaşları ise refah ve zenginlik içinde
saraylarda yaşıyor…
Gelelim bizdeki Molla özentilerine; Yıllardır çalıyor,
soyuyor, saraylarda yaşıyorlar. Türk Milletinin birliğini bozmak, demokratik
bilinci yok etmek için, Ortadoğu’nun-Suriye’nin şimdi de Afganistan’ın
pisliklerini içimize sokuyorlar. Ülkemiz gençlerinin haklarını, geleceklerini
bu haydut takımına yediriyorlar. Rezillikleri tüm dünyaya yayıldı! Evet
bunların gidişine çok az bir zaman kaldı! Geldikleri gibi gidecekler. Ülkemizin
bu duruma düşmesinde etkisi olan siyasetçi-asker-bürokrat-yargı mensubu kim
varsa, aleme ibret olsun diye hukuk önünde hesap verecekler! DOĞRU Parti bunun
takipçisi olacaktır. Yaşadıklarımızdan ders aldık mı, işte onu başka bir yazıda
konuşuruz…
Sağlık ve başarı dileklerimle…