Salgınla birlikte bir kez daha sistemin
bizi nasıl bencilleştirdiğini, yalnızlaştırdığını ve sahip olmamız gereken aidiyet
duygularımızın da, yok olma noktasına geldiğini görüyoruz.
Günlerdir insanlara, ülken ve sevdiklerin
için “Evde kal” mesajları veriliyor. “MECBUR OLMAYANLAR dışarı çıkmasın”
denilerek telkinlerde bulunuluyor ama insanlar hala sokaklarda, sahillerde, piknik alanlarında, son olarak
da, online ev partilerinde.
Kendi hareket ve duygularını kontrol
etmekte zorlananlar, sorumluluklarının farkında olmayanlar yüzünden bizler de
bugün, “Sokağa çıkma yasağı ilan edilsin” noktasına geldik.
Ülke olarak hayati bir mücadele
verilirken, “dayanışma, toplu yaşamanın ve birlik olmanın gereğini yerine
getirme” konusunda sınıfta kaldık.
Peki, nedir insanları bu kadar
vurdumduymaz ve bencil yapan?
Mesele; insanların
kendini, yaşadığı topluma ait hissedememesi; yani, aidiyet duygularının
eksikliği.
Aidiyet duygusu
temelinde, “Sosyal ve Duygusal birliktelik” barındırır. Kişide kimlik, yaşadığı
topluma karşı sorumluluk ve güven oluşturur.
“Sokağa çıkmayın, bu
sevdiklerinizin ve toplumun hayrına” deniliyor sizde bunu, yerine getirme
konusunda bir kararlılık gösteremiyorsanız; “yaşadığınız toplumla herhangi bir gönül bağınız yok” demektir.
Kapitalist sistemin
istediği de budur. Sistem sizin, sunduğu amaçlar doğrultusunda yaşamanızı,
bencil, sadece kendi mutluluğunuz ve hevesiniz için çalışmanızı ister.
Demem o ki, “Aidiyet başlangıç değil
sonuçtur.”
Aidiyet
duygunuz yoksa kolay kolay yaşadığınız toplumla bütünleşemez, ülkenizle aranızda
derin bağlar kuramaz, “Ben değil biziz!” noktasına gelemezsiniz.
Bugün Küresel
güçler milli devlet yapısının bozulmasını, ülke birliğinin dağılmasını istiyor.
(Önce dağıtacak sonra tek bir merkezden kontrollü toplumlar oluşturacaklar.)
Türk Milletinin tarih
boyunca hangi sınavlardan geçerek bugünlere geldiğini, inancımızın ve birlik
şuurumuzun genlerimize nasıl işlediğini unutuyorlar.
Yapmamız gerekenler çok açık;
Sistemin girdabından çıkıp özümüze dönmek.
Biz olabilmenin gereğini
yerine getirerek, “kendimizi karantinaya almak.”
“Ellerimizi nasıl
yıkarız, virüsten nasıl korunuz?” kadar önemlidir, biz olmak.
Biz
olmak demek, yaşadığımız toplumla dayanışma içinde olmak, sadece güçlünün
değil, çaresizin, yaşlının ve yoksulun da yanında olmak demektir.
Bütün dünyaya örnek olacak bir toplum
dayanışması ortaya koymalıyız.
Bu dayanışmayı
gerçekleştirebilirsek eğer sadece virüsü değil, çürümüş ben merkezli sömürgeci
sistemi de yeneriz.
Bugün inzivaya çekiliyor, MECBUR
KALMADIKÇA EVDEN ÇIKMIYORUZ!.
Çıkmak zorunda kalanlar için de artık devletin
gereğini yapmasını bekliyoruz. Devletimiz tek bir vatandaşını dahi mağdur
etmemeli. Vatandaşlarımızın işleri, ekmekleri ve yarınlarıyla
ilgili endişeleri güvence altına alınmalı… Herkes, evde ve sağlıklı kalabilmelidir.
Şeyh Edebali’nin;
Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Gazi’ye verdiği o meşhur nasihati, devlet
geleneğini hatırlatırım; “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!”
Batı’nın lime lime döküldüğü bu süreçte, TÜRK Devleti
geleneğini, TÜRK milleti de değerlerini ve kültürünü yaşatsın ki; küresel
sistem kurucuları da virüs de gereken cevabı alsın.