Bir siyasi partinin varlığını ve ömrünü, ilkeleri, insanları
bir araya getiren amaçları, demokratik uygulamaları, bütünlüğünü muhafaza
edebilmesi ve bütün bu hususiyetleriyle toplumda bulduğu karşılık
belirler.
Parti çatısı altında yan yana gelen insanlar, ortak amaçları
doğrultusunda, emek ve bilgilerini birleştirerek yürümeyi ve partilerini
iktidara taşımayı hedeflerler.
Lakin, iç sorunlarını aşamayan, çift başlılık gösteren, bir
bütünlük gösteremeyen siyasi partiler, toplumda bir karşılık bulamayacakları
için hedeflerine hiçbir zaman ulaşamazlar… Çünkü siyasi partilerin iç işleyişi,
iktidar olmaları durumunda neler yapabileceklerinin göstergesi oluyor.
“Eğer bir kurumda demokrasi, iletişim ve liyakat sorunu
varsa, sorumlusu yönetim ve genel başkandır.”
kuralı hiç değişmez.
KİM SORUMLU?
“Türkiye’de
seçmenlerin çoğu lidere bakarak oy kullanır.” gerçeğini kabul edersek,
partilerin yapılanmasından ve gidişatından birinci derecede parti genel başkanı
(lider) sorumludur.
Siyasal bir ürün olan liderlik kurumu, ülkemiz siyasetinde
parti programı ve uygulamalarından da önce geldiğine göre, kurumda bir çift
başlılıktan ve gruplaşmalardan söz ediliyorsa, en önce liderin sorgulanması
gerekir.
Çünkü (parti genel başkanı) lider, aynı zamanda iyi bir yönetici
ve iyi bir rehber olmak zorundadır. Partisini her zaman aynı heyecan ve inançla
yürütmek, sağlıklı bir iletişim kurarak olumsuzlukları gidermek liderin ve
yönetiminin becerisidir.
Partilerde iletişim aşağıdan yukarıya doğru gelişir.
İç iletişimini kuramamış, aidiyet duygusunu pekiştirememiş,
partisinde demokratik irade oluşturamamış, önemli kararları üslenemediği için
ikincil kalmış, parti içi gruplaşmalara karşı duramamış bir parti başkanının
otoritesi tartışılır.
Nihayetinde, sık sık yolunu değiştiren, adil olamayan ve
parti içi krizleri doğru yönetemeyen lider, sadece partisinin değil, kendinin
de ömrünü kısaltacaktır.
Sonuç olarak; Unutmayın yaratılan algılar bir yere kadar,
halk her zaman iyi bir gözlemci olmuştur.
Bir siyasi partiyi adaletsizlik, demokrasi anlayışından
uzaklaşmak, kişisel hedeflerin ön planda tutulması, liyakatsizlik ve ilkesizlik
bitirir. Demokratikleşmesinin örneği olmak yerine kutsanmak gibi bir hevesin
sahibi olanlar, hangi koltuğun sahibi olurlarsa olsunlar, iyi siyasetçi
olamazlar…
Sadece iktidarda olmak ya da cumhurbaşkanı makamına çıkmak
gibi bir amaç taşıyarak siyaset yapanlar; amaçlarına ulaşamayınca ya da
nedenleri ortadan kalkınca kaybolup giderler.
Bana göre;
Siyasi partiler iç sorunlarıyla gündeme gelip günlerce
konuşuluyorsa, çözümlerin adresi olamazlar.
Nitelikli siyasetçiler, kimlikli ve nitelikli siyaset
yapar.
Koltuğa oturunca verdiği sözleri unutanların, nerede
duracağı konusunda bir karar veremeyenlerin, yol arkadaşlarının emeğini yok
sayanların, insanlara yaşattıkları hayal kırıklıkları ile iletişimsiz ve
ilkesiz yol almaya çalışanların yüreğinde de adında da iyilik barınmaz.
Kendilerine belki ama ülkelerine iyi olamazlar!