Meslektaşım Asım Kemal Güner’in dünkü yazısından gazeteye;
“SÖYLEYİN DİN DÜŞMANI KİM?” sorusu ile manşet yapılan ‘tarik’ten (yoldan)
çıkmışların fecaatlerinden birini de daha görünce, “Türkiye şeyhler, müritler
memleketi olamaz” deyişinin ne denli doğru olduğunu bir kere daha anladık mı?
Eee biz boşuna “2 Mustafa” demiyoruz ki!
Biri din adına “iki cihan güneşi” Peygamberimiz Hazreti
Muhammed Mustafa…
Diğeri “Ne mutlu Türküm diyene!” vecizesi ile benliğimiz,
milliyetimiz adına büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk…
O ki dünkü gazeteden alıntı yaparak başladık, içine
düştüğümüz gayri insani ve gayri vicdani tablo nedeniyle, “İdama gerek duyulur
hale gelen-getirilen Türkiye” başlıklı yazımıza konu eylediğimiz Dr. Devlet
Bahçeli’nin tespitlerinden birini de tek cümle ile tekrar paylaşalım mı?
“Kadına şiddetin yanı sıra çocukların güpegündüz
kaçırılmaları, vahşete kurban edilmeleri, hatta cinsel istismara uğramaları
maşeri vicdanı yaralarken, aynı zamanda büyük bir hüzne ve hüsrana da neden
olmaktadır.”
Ondan sonra da gerçek manada tarikatı, kendi dünyevi, şahsi
ve şehvani istekleri için tarikten (yoldan) çıkaranların, insani açıdan
tahayyül bile edilemeyecek yapıp eylediklerine.
Bunun içinde sadece 12 yaşındaki bir sabiye musallat olan
pespâyeye bakmak yetmez.
Geriye gidin geriye! Onlarca, binlerce yıl geriye!
Göreceksiniz ki bunların cetleri o zamanlar da vardı. Sadece
sarığın, cübbenin altında olduklarını sanmayın!
Kendini “ilimci” diye yutturanlar da vardı; “alim” diye
saydıranlar da!
Hatırlayın, Sakarya’daki insan mezbelesinin 12 yaşındaki
sabiye tacizinden bir süre önce isminin başında Prof. Dr. titri bulunan bir
akıl, irfan ve edep yoksunu da; “12 yaşındaki kız evlenebilir” diye sözde din
adına zırvalamamış mıydı?
Ben diyeyim “körler sağırlar birbirini ağırlar”, söz
söyleyin “Profesör yellenende şeyh boca eder!”
Gel de ilim-irfan adına, gerçek dinin ifadesi adına
Trabzon’un has evladı rahmetli Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ü hatırlama bakayım!
Gel de, elimde 2000 yılı baskısı olan “İslâm Nasıl
Yozlaştırıldı?” adlı kitabı bir daha, bir daha okuma bakayım!
Gel de; 600-616’ncı sayfalara sığdırmaya çalıştığı TARİKÂT
başlıklı bölüme bilgi tazeleme adına bakma bakayım!
Bakınca da; “Kur’an sal kimliği ilkin Emevi’nin saltanat
dinciliği parçalamıştı. İkinci parçalanmayı da tarikat dinciliği getirdi.
İhvancılık adı altında…” diye ortaya koyduğu getirdiği gerçekle bugün nasıl yüz
yüze kaldığımızı da görme bakayım!
Hatta; “Bunlara sadece mallarını, mülklerini, itibarlarını,
mevkilerini teslim etmekle kalmadılar, zaman zaman ırzlarını da teslim ettiler.
Tarikatlar tarihinde bunun örnekleri az değildir” ifadesine günümüzde bile o
kadar çok örnek bulabileceğimizi de bilelim değil mi?
Dahası bundan yaklaşık 10 asır önce yaşayan İbnü-l Cevzi’nin
bu gibi deccallar için; “Yapay huşû tavırları, vecd gösterileri, ağlamalar,
inlemeler geliştirerek riyakârlığın yayılmasına sebep oldular” demesi de boşuna
değildir.
Hiç uzatmaya evelemeye gevelemeye, insan kılığında görünen
bu belhûm adalları (hayvandan da aşağı olanlar), riyakârları (ikiyüzlüler),
gerçek manada tarikat değil, ama tahribat ehli olanları fazla dile dolamaya,
yazılara konu eylemeye gerek yok!
Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de onlar için şöyle buyuruyor:
“Allah’ın berisinden veliler edinenlerin durumu, bir ev
edinen dişi örümceğin durumuna benzer. Ve evlerin en güvensizi-en zayıfı
elbette ki dişi örümceğin evidir. Keşke bilselerdi!”
Ankebût-41