Bugün, kuruluş tarihi ile (maalesef ilmi özelliğiyle değil)
Türkiye’nin 4’üncü yükseköğretim kurumu olan KTÜ’ye, 16 yıllık bir aradan sonra
ismi ve amacına uygun teknik ekipten bir öğretim üyesi rektör olarak atandı.
Prof. Dr. Hamdullah Çuvalcı önceki yıl yapılan bölünme ile
teknik kısmı ağırlıklı hale gelen kalan KTÜ’ye rektör tayin edildi.
Edildi edilmesine de daha “dün bir, bugün iki” demeden,
“kamuoyu adına hareket eder” diye tarif edilen basında Prof. Dr. Çuvalcı ile
öylesine hamasi değerlendirmeler yapılıyor ki sormayın!
Sanırsınız ki Hoca, 20 yıllık rektör de icraatları üzerinden
methiyeler düzülüyor!
Sanki, Ziya Paşa’nın; “Ayinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz”
diye ifade ettiği gerçeğin içini dolduracak rektörlük icraatlarında bulunmuş
gibi!
Tamam!
Rektörlük öncesine kadar olan süreçte yapıp eyledikleri var.
Ama bunlar “çiçeği burnunda” rektör Sayın Çuvalcı için
methiyeler düzmeyi gerektirecek eylemler değil ki, söylemlerde bulunuluyor!
Dahası; söylemlerine bakarak değil, gerçekleştireceği
eylemler üzerinden rektörlük adına değerlendirme yapılacak ise icraatları
beklemek lazım değil mi?
Her ne kadar meslektaşlarımla olan sohbetinden haberdar
olmadığımız için, (ki yeri gelmiş iken KTÜ’nün maalesef yıllardan beri en zayıf
yanının basın ve halkla ilişkiler olduğunu bir kere daha belirtelim) beyanlarını basından öğrenmiş olsam da; ben
şahsen, Sayın Çuvalcı’nın teknikten geldiğini ve insan ilişkilerini de az çok
bildiğim için yüklendiği sorumluluğu, anfilerde ilme önem verip, atamalarda da
liyakati de öne koymayı yeğleyerek başarılı olacağını düşünüyorum.
Ama şimdilik sadece düşünüyorum!
Gerçek manada değerlendirmeyi zamana bırakacak ve “hoca
yapacak, biz de göreceğiz.” Sonrasında da mesleğimizin gereğini geçek manada
icra edeceğiz.
Yani şimdi; “ortada fol yok yumurta yok” iken, methiyeler
düzmenin manası yok! Hocanın bunlara ihtiyacı da…
*
Kıssadan hisse
Nasreddin Hoca tarlasında çalışırken oradan geçmekte olan
birisi sormuş,
-"Bey amca! Falan köye kaç saatte gidebilirim?"
Hoca, bu soruya “Hele biraz yol al bakalım” demiş. Adam aynı
soruyu üç kere tekrarlamış; ama farklı bir cevap alamayınca yoluna devam etmiş.
Biraz yürüdükten sonra arkadan Hoca’nın,
-"Evlat, gel!" dediğini işitmiş. Adam gelince de
Hoca soruyu şu şekilde cevaplandırmış:
- Sen tam üç saatte oraya varırsın.
Adam sinirli bir şekilde
-"Be bey amca! Madem biliyordun, şunu baştan
söylesene" deyince; Nasreddin Hoca kendisini şöyle savunmuş:
- İyi de, ben senin nasıl yürüdüğünü nereden bilebilirim ki?
GİDEREK ARTAN DALKAVUKLUK!
Toplumun son yıllarda giderek artan ve sadece siyasette
değil, hemen hemen her alanda en büyük handikabı, en berbat yanı; “Dün başka,
bugün başka” olmak!
Bu da tarifinde “çanak tutmak, çanak yalamak” da
bulunan dalkavukluktan başka bir şey
değil!
Kıssadan hisse:
Padişah patlıcan yemeğini çok severmiş.
Bir gün yemekte; “Şu patlıcan ne güzel sebzedir” demiş.
Dalkavuğu hemen; “Haklısınız Sultanım. Bu patlıcan öyle
lezizdir ki, kırk çeşit yemeği olur, tatlısı olur, turşusu olur, yemeğe
doyamazsınız” diye methiyeler düzmüş.
Derken birkaç gün sonra yemekte yine patlıcan varmış.
Padişah da o gün tersinden kalkmış ve “Ne bu yahu? Yine
patlıcan, yine patlıcan! Bari bir şeye de benzese” diye kükremiş.
Dalkavuk da söze dalmış: “Evet Sultanım. Zaten kara kuru bir
şey. Tadı yok, kekremsi, yemeği yemek değil! Tatlısı tatlı, turşusu da turşu
değil!”
Padişah da: “Sana da bir şeyler oluyor! Daha iki gün önce
patlıcanı öve öve bitiremedin. Bugün de yerin dibine batırdın” dediğinde
dalkavuk hemen atılmış: “Aman Sultanım, ben sizin dalkavuğunuzum, patlıcanın
değil!”