Geçen yıl, yaşanmış kadın hikayeleri dinledim, kaydettim. O
hikayeleri, kitaplaştırmayı çok istiyorum. Her biri ayrı bir dünya ve hayat
hikayesi.
Bir tanesinde kadın “size ilginç gelebilir ama çirkin olmayı
ne kadar çok isterdim, bir bilseniz. Benim çocukluğum, genç kızlığım,
evliliğim, anneliğim, orta yaşım, gelinliğim hep çalındı. Ben hep bir kâbusun
içinde yaşadım; çalıntı hayatımla. Genç kızlığımda babam ve abilerim,
evlendiğimde ise kocam “nereden geliyorsun? Dedi hep. Hayatım hep tembihlerle
ve şüpheyle geçti.”
Diğer bir kadının hikâyesinde ise “akşamları yatağa uzanıp
dua ederdim. Yarın daha güzel olsun Allah’ım.
Kadınlar artık gizlenmesin, kadınları cahil erkeklerden koru Allah’ım.
Benim hayatım hep Rüzgâr gibi geçti filminde ki o repliği söyleyebileceğim günü
beklemekle geçti “Bir gün canım ne isterse yapıp söyleyeceğim. İnsanlar
beğenmezse de umurumda olmayacak.” Düşünüyorum da bu ağır yükleri omuzuma
yükleyen hep kocam ve erkeler oldu.”
Bir diğer kadın ise “babam bana sana baktığını hissettiğin
erkeklerle, göz teması kurma. Gözlerini kaçır ki onunla ilgilendiğini düşünüp
günahkâr olma. Kimseye ümit verme, yoksa sana sürtük gibi bakarlar. Sen erkek
değilsin, sen kadınsın, sen erkek gibi üstün değilsin.”
Bu kadınların hayatlarını, erkekler yazdı. Masalın kahramanı
belki kendileriydi ama onlara tıpkı kırmızı başlıklı kız gibi, ormanda neyle
karşılaşacağını bilmeyen kaybolmuş muamelesini de hep erkekler reva gördü.
Şimdi bu hikayeler de neyin nesi, diyorsunuz biliyorum.
Bu hafta “Anne de olsa sırtına bakamazsın. Diz kapağının
üstü tahrik eder” diyen saçma sapan bir insanı okuduk.
Hatta ilahiyatçı bir şahısta “Her ilde eşiniz olabilir
“diyerek verdiği fetvasıyla, erkekleri neredeyse sapık ilan eden, bir
açıklamada bulundu.
Ne medeni kanunu bildiler. Ne de erkek ve kadının eşitliğini
tanıdılar. Hatta tek eşliliğin zorunluluğunu ve sağlığını da bilemediler...
Oysa ki yeryüzüne Adem ve Havva olarak, yani kadın ve erkek olarak eşit
gönderildik.
Bu kendini bilmezler, böyle kafalarına göre, fetva verince
de İslam’ı sosyal hayattan uzaklaştırıp, insanları çağ dışı düşünmeye sevk
ediyorlar.
Artık bir susun ne olur!
Karanlıkta, aslında görmediğimiz için her şeyi eşittir. Karanlıkta seçemezsin de. İşte! O yüzden
gözleri kapalı insanların, seçim yapmaya da hakkı yoktur. Çünkü özgürlüğü
yoktur. Görebilmesi için, gözlerinin
açık olması gerekir. Peki! Sorarım size, özgürlüğü olmayanın, ahlakı olur mu?
Olmaz. Çünkü o birilerinin hükmündedir.
Kadın için en zor kural, yalnızlığı, tek başınalığı ve
kuralların sadece kadına tanınmasıdır. Birileri oturup, bugün kadınlar için ne
diyeyim, ya da benim işime ne yapsam ne desem daha kolay gelir diyor ve hiç
utanmadan konuşuyor, fetva veriyor.
Her canlı doğar, büyür ve ölür; değil mi? Ama neden
kadınların çoğu, doğup büyümeden ölüyor.
Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek kadar kesin ve kati olan canlı
denkleminde, kadınlar bu durumdan neden muaf?
Bu yazıyı bir kadının isyanı ile bitiriyorum “Allah’ım
büyümüş olmaktan, kadın olmaktan nefret ediyorum. Ne olur çocuk yap beni. O
zaman ne güzeldi dünyam. Ne erkek vardı ne de kadın, hepimiz kör ebe, çizik
taş, top oynardık, eşit olarak.”
Leyla Erbil “Varoluşumun anlamını yeniden kendimde kursam
yavaş, yavaş… Dünyada hiç kimsenin, neden kendi olmadığı üzerine bir kitap
yazsam. Bu ülkede ki vicdan yokluğunun nedenini anlatsam…”