Yıllar önce çekmeceler diye bir yazı yazmıştım. Hani
anılarımızın biriktiği çekmecelerden bahsediyorum. O günden bugüne,
çekmecelerde kim bilir daha neler neler birikti. Dün Özlem’le temizlik gününde,
çekmeceleri düzeltmek, yine benim görevim oldu.
Atmaya dahi kıyamadığım o sararmış, bir tarafı yırtık kağıt
parçalarının, tek taşın, beş taşın yanında ki kıymetini size anlatamam.
Çocukluğumun oyunları ve daha nice anılar, yine bana merhaba dedi.
O çekmeceler, insanın üstünün tozla kaplandığı ve üflemeye
dahi kıyamadığı anılarının biriktirdiği yerlerdir.
İzleri derin olan, hüzün, sevinç, mutluluk ve gözyaşının
olduğu yerlerdir çekmeceler.
Bazen hasret kokar, bazen özlem kokar, bazen anne, bazen baba,
bazen arkadaş, bazen çocuk, bazen sevgili, bazen kız kardeş kokan…
Kilitleyemediğin, yırtıp atamadığın, sararmış sayfalardan
oluşan, bazen küçücük bir not, bazen eline gelen bir fotoğraftır çekmece.
Dün hala sakladıklarımın olduğu o çekmecelerde, neler neler
saklı.
Salondaki çekmeceler, mutfakta ki, banyoda ki, etejerin
çekmecesi, kitaplığın, balkonun… hepsi farklı çekmeceler.
Annemin çekmeceleri sabun ya da lavanta kokardı. Bazen de
naftalin kokardı. Sahi naftalin hala var mı? Uzun zamandır o kokuyu bile
koklamaz oldum. Naftalinin kokusunu arar hale geleceğimi hiç düşünemezdim. Hiç
sevmediğim o keskin koku, burnumu sızlatan oldu.
Bugünlerde halet-i ruhiyemiz tarifsiz hallerde. Zamdan,
sıcaktan, dışarda ki tehlikelerden ve daha nice olumsuzluktan “yeter” diye
seslenen iç sesimizden, cılızda olsa, geçmişin sesini duyar gibi olmak insanı
biraz rahatlatıyor. O anlarda adeta masalsı bir diyarda yaşıyormuşçasına
hissediyor insan dediğimiz. Gerçekler, insanlar, sokak, doğa, her yer ve her
şey artık insanı yoruyor ve hayrete düşürüyor. Bugünlerde ne çok şaşırıyoruz
değil mi?
Bu şaşkınlık, tarif edilemeyecek kadar büyük bir ürperti.
Daha nereye kadar bu küçülmeler, daralmalar…
Buna da şükür sözlerini, ne çok kullanılır ve duyar olduk.
Kuşkusuz herkes yaşamını daha da iyileştirmek istiyor. Ama bunun için sağlam
bir zeminde, durduğumuzu bilmemiz ve değerimizi hissetmemiz gerekiyor. O da
olmayınca çak şükürle idare ediyoruz işte!
Sanki araftayız. Ne
sağa, ne sola, ne ileriye nede geriye gidememek. Sabit, sıkışmış ve çaresizlik ile boğuşuyoruz
adeta. Sanki kaderini bir başkasına teslim etmiş gibi yaşıyoruz. Bu dünya da
Araf’ı neden kabul edeyim ki? Neden yaşayayım ki?
İlginç günlerden geçiyoruz, evet. Dışarıda tehlike var,
içimizde ise sıkıntı var.
Dengelemek yine bize düşüyor. İnsan bedeni aciz ama bizler,
ruhumuzu büyütmeliyiz. Ruh sakinse, ruh mutluysa sorun yok.
Haydi çekmecelere geri dönelim!
Ben etejerin çekmecesinde annemi buldum. Kim bilir! Belki 15, belki 16 yaşında
işlediği peşşgirini buldum. Üzerinde işlediği leylek, hala canlılığını koruyor
annemin peşgirinde. Kendisi aramızdan ayrılalı bir buçuk sene oldu, ama anıları
hala canlı, bazen gülümsüyor, bazen hüzün bırakıyor.
Annemin masalı bize yön veren olarak devam ediyor.
Evet masallarımız biz seçeriz. Ama bugünlerin masalını biz
seçmedik. O bizi seçti. O yüzden bugünün masalı, gelecek nesillerin çok
mutlulukla okuyacakları bir masal olmayacak. Nerde okuduğumu hatırlamadığım çok
güzel bir söz vardı “Dünyanın okuduğu hikayeler değişirse, dünya da değişir” diye. Evet hikayelerde, kahramanlar artık iyi
değil. Sadece güçlü. Dolayısıyla dünya da iyi bir yerlere gitmiyor.
Evet çekmecelerde var olan ve sakladığımız her bir
hatıramıza, sahip çıkalım. Böyle giderse, elimizde bir tek o anılar kalacak.