1972
yılında çevre bilinci oluşturulması amacıyla ilan edilen 5 Haziran Dünya Çevre
Günü doğaya adeta savaş açılan bölgemizde de kutlandı(!).
Mesajlara
bakıyoruz, daha yeşil bir gelecek için duyarlı olmaktan bahsediliyor; yüzümüzü
çevirdiğimizde bölgeyi denizden koparan, sahilleri, o güzelim kumsalları kaya
yığınına çeviren, açık hapishaneye çeviren, kıyılarımızı yağma eden bölge tarihinin en büyük ihaneti
Karadeniz Sahil Yolu’yla karşılaşıyoruz.
Mesajlara
bakıyoruz, çevrenin ve ekolojinin en önde tutulacağı söyleniyor; gözümüzü yana
çevirdiğimizde bölgenin iklimini bozan, derelerimiz kurutan, alabalıkları ve
canlı çeşitliliğimizi yok eden, derelerin gerçek sahipleri elektriği fahiş
fiyatlardan alırken bir avuç şirket sahibine para kazandıran HES’leri
görüyoruz.
Mesajlara
bakıyoruz, tabiata saygının maddiyata değişilmeyeceği ve korunacağından dem
vuruluyor; biraz yukarılara çıktığımızda para için, siyasi kaygılar için dünya
harikası Uzungöl’ün Ayder’in ne hale getirildiğini görüyoruz. Sisdağı,
Kadıralak ve nice yaylalarımızın siyasi kaygılarla yaylalarımızın idam fermanı
olan İmar Barışı’na(!) kurban edilerek beton yığınına çevrilmesine göz
yumulduğunu görüyoruz.
Mesajları
okuyoruz, doğal zenginliklerimizin korunmasının ve kaynaklarımızın tükenebilir
olduğu gerçeğini kavramamız gerektiğine vurgu yapılıyor; bir nefes, bir hava
almak için kıyısına çıktığımız derelerin taşkın çalışması(! ) adı altında 3
tarafının da betonla örülüp kanala çevrilmesini, doğal güzelliklerimiz diye
övündüğümüz derelerimizin ne doğallığının ne de güzelliğinin kaldığını acı
şekilde görüyoruz.
ÇEVRE
KONUSU DEĞİŞİMİN FİTİLİ OLABİLİR
Yani
ülkemizdeki demokrasi, ekonomi ve diğer birçok konudaki söylemlerin tam
tersinin işlediğini görüyoruz. Diğer konulara göre çevre konusunda toplumun
reaksiyonları ise artıyor. Çünkü insan ekonomiden, yönetim şeklinden geri
dönüşler olabileceğini ama çevre konusunda geri dönüşün olmadığını geç de olsa
fark ediyor.
Nitekim Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli ve en büyük protestolarına sahne olan Gezi Direnişi’nin fişeği ağaç kesimiyle atılmıştı. 2016 yılında ise siyanürle altın madenciliğine karşı Artvin Cerrattepe’de 7’den 70’e halk doğasını korumak için direnmişti. Geçtiğimiz yıldan bu yana ise Kaz Dağları için mücadele sürüyor. Covid -19 salgınıyla toplumlar da artık şehir yaşamını ve çevre önemini sorgulamaya başladı. Yeni dönemin direniş alanlarının en başında gelen ekoloji ve çevre gelecekte Türkiye’de ve dünyada bir siyasi değişimin fitilini ateşleyebilir.