Hezarfen
Ahmet Çelebi, kanat takıp Galata Kulesi’nden Üsküdar’a uçtuğunda IV. Murad
tarafından ilk önce bir kese altınla kendisini ödüllendirmiş sonra da çevrenin
de etkisiyle korkulacak bir adam olduğuna hükmedilip Cezayir’e sürülmüş ve
orada hayatını tamamlamıştır.
Tarih
boyunca neredeyse teknolojik tüm gelişmelere ve icatlara aynı şaşkınlık ve
şüpheyle yaklaşılmıştır. Bundan otuz sene öncesinin teknolojisiyle günümüz
teknolojisi arasındaki fark adeta Taş Devri kadar diyebiliriz. Bu
teknolojilerin bu kadar hızlı gelişmesinin arkasındaki en büyük faktör ise
hayal gücüdür. Daha çok bir ressam olarak tanıdığımız ve bildiğimiz Leonardo da
Vinci’nin sadece çizimlerle ortaya koyduğu bir sürü teknolojik icat günümüzde
hala çözülmeye çalışılıyor ve uygulamada, ortaya koyduğu zamanların çok
ilerisindeki teknolojik fikirlerin işlediği görülebiliyor. İşte hayal gücünün
karşısındaki en büyük düşman olan şüphe gelişimi hep frenlemiş ve genel olmayan
birçok düşünce ve icat hayata geçememiş ya da çok daha sonraları kabul
görmüştür. Barutun icadına kadar insanlık daha mekanik silahlarla ve yakın muhaberelerle
savaşırken, barutun sağladığı patlama enerjisi başta savaş teknolojileri olmak
üzere tüm sanayi teknolojilerini de hızla geliştirmiş değiştirmiş, savaşları
uzaktan yapılır kılmıştır. Daha yakın zamanlarda petrol ve elektriğin keşfi ve
yaygın kullanım imkanı insanlığa boyut atlatmıştır.
Süreç
içinde yeni buluşların ve kaynakların yaygınlığı teknolojiyi evrensel ve taklit
edilebilir, ulaşılır kılmıştır. Kılmıştır ama gelişimin önündeki engellerde
artmıştır. Artık şüphenin yanında, küçük görme ve istemezükçülerde vardır. Nuri
Demirağ ve Vecihi Hürkuş gibi insanlar uçak teknolojisini çözdüler, ama biz
yapamayız/istemezük diyenler yüzünden kahırlarından öldüler. Enver Paşa’nın
kardeşi ve Kafkas İslam Ordusu komutanı Nuri Killigil kendi tasarımı ve zamanının
en iyi tabancasını üretti. Sonra meçhul bir patlamayla yok edildi. Cenazesi
bulunan vücut parçalarının bulunduğu küçük bir sandıkla defnedildi. Devrim
arabaları benzini bittiği için tarihin tozlu raflarında kaldı. Kayseri uçak
fabrikası zamanının çok ötesindeydi…
Uzun süre hüküm süren bu düşünceler yüzünden
Türkiye, neredeyse tüm teknolojik ihtiyaçlarını dışarıdan karşılar hale
gelmiştir. Ta ki günümüze kadar. Artık teknolojinin evrensel, ulaşılabilir ve
taklit edilebilir olduğunu söylemiştik. Şimdiki fark bu teknolojileri
akıllı kılan bilişim ve yazılımlardır. Artık bir uçağı dünyanın her yerinde
yapabilmek mümkün. Ancak o uçağı uçuracak yazılım kendinize aitse o uçak sizin
olabiliyor. Yoksa Amerika’nın yazılımıyla uçurduğunuz uçak birden arıza yapıp,
ya da motorları kapanıp düşebiliyor.
Bugün Türkiye, bir zamanlar on milyon dolarlar ödediği halde ancak birkaç tane alabildiği, hatta kullanamadığı İnsansız Hava Araçlarını sürü halde uçabilecek seviyede üretip savaşta ve barışın temininde başarılı bir şekilde kullanabiliyor. Bu teknolojinin zirvesi olan AKINCI SİHA ise artık seri üretim aşamasında. Bu İHA ve SİHA’ların mucidi, tasarımcısı, üreticisi adına ne derseniz deyin Selçuk Bayraktar isimli bir gencin hayalleri ve ona sağlanan imkanlardır. Eğer Selçuk Bayraktar’a da, Hezarfen Ahmet Çalebi’ye bakıldığı gibi bakılsaydı hala İsrail’in dronu, Amerika’nın F35’inin peşinde olurduk. Silah sanayinde birçok milli proje bir bir hayata geçiyor ve bağımsız milli teknoloji koşar adım ilerliyor. İşte bugün milli elektrikli arabanın seri üretiminin yapılacağı TOGG fabrikasının temeli atılıyor. Bu milli teknolojilerin gelişmesinde en büyük faktör Selçuk Bayraktar gibi genç beyinlerin önünün açılması, imkan sunulmasıdır ve bunun devamı için yazılım teknolojileri altyapısının önünün açılmasıdır. Artık, milli teknoloji ve milli üretimin yanında milli beyinlerin ve hayal güçlerinin de farkına varılan bir Türkiye var. Teknolojiyi ve bilgiyi ithal eden değil üreten ve ihraç eden bir hale geldik/gelmeye devam edeceğiz.