SON DAKİKA
SON DAKİKA


Katran
2.03.2018

Heyecanlı bir biçimde kapıma geldi. “Yemin ederim, yemin ederim artık nereli olduklarını önemsemiyorum. Bu işe ihtiyacım var ve size dürüst olduğumu kanıtlamaya hazırım!” diyordu. Gençliğimin en güzel yıllarında, dünyanın bir ucunda, futbola çok mesafeli bir ülkede kurduğumuz bir futbol takımıyla yabancılardan oluşan amatörler olarak mahalli bir ligde mücadele ediyorduk. Ağırlıklı olarak öğrenciydik ve derslerimiz çok yoğundu. Devam zorunluluğu yaşadıkça şehirde yaşayan Güney Amerikalılardan destek almak istemiştik. İstediğimiz tek şey futbolu çok seven ve uzun zamandır ona gönül vermiş yabancılar olarak bu Uzakdoğu ülkesinde biraz eğlenmek ve spor yapmaktı. Ancak bu seviyede alışık olduğumuzdan çok uzak bir bürokrasi ile karşılaşmıştık. Düzenli bir antrenman programımız, bunu takip eden sözleşmeli bir antrenör ve her antrenmanda var olması gereken bir sağlıkçı olmazsa olmazlardı. Diğer konuları çözmüş olsak da, Japonya’da bulunan burslu öğrenciler olarak antrenör konusunda ucuza kaçmış ve sürekli Güney Amerikalıları tercih ederek keyif almamıza mani olan bir başka yabancıyı seçmiştik. Güney Amerikalılar öğrenci değillerdi. Ama teması “Uzakdoğu’daki yabancılar” olan bir takımda ciddi destek ve sayısal çeşitlilik sağlıyorlardı. Yine de zamanla, sürekli kendi dilini konuşan ve oldukça disiplinsiz olan bu kişilerin tercih edilmesi amacı eğlenmek olan büyük çoğunluğu gittikçe hoşnutsuz yapmış ve biraz daha fazla para vererek bir başkası ile sözleşme yapmak istemiştik. Adamın kapıya kadar gelmesi ve artık Güney Amerikalıları tercih etmeyeceğine yemin etmesinin nedeni buydu. Demagojinin milli spor olduğu bir coğrafyadan gelen benim için kanmak nispeten kolaydı. Ancak Fransız ve İngiliz arkadaşların bile “Tamam” demesiyle, biraz da bütçemizi düşünerek onunla devam etme kararı almıştık.

Takip eden ilk maçta ben yoktum. İkna olarak adamla devam etmemize karar veren yabancılardan hiçbiri yine yoktu. İlk kez gördüğümüz 2-3 kişi ise takımdaydı. Anadili İspanyolca ya da Portekizce olmayan tek kişi kalecimizdi ve emin olduğumuz şey, eğer kaleci olmayı kabul edecek bir Güney Amerikalı olsaydı onun da orda bulunamayacak olmasıydı. Kızgınlıkla daha birkaç gün önce kapıda bize yalvaran adamın yanına gidip gözlerine baktım. Gülümsüyordu. “Onlarla sürekli birlikteyim” diye söze başladı. “Sürekli aynı dili konuşuyoruz. Bizde taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir derler” diye devam etti. Biz puan mücadelesi yapan profesyonel bir takım değildik. Parasını biz ödüyorduk ve yasal bir zorunluluk olduğu için ona ihtiyacımız olduğunu zaten biliyordu. Eğlenmek için kurulmuş bir takımdan kişisel tatmin devşirmeye çalışıyordu. “Öyleyse niçin şartlarımızı kabul ettin? Söz vermiştin ve sana inanmıştık” diye cevapladım. Ve “Bizde de derler ki, katranı kaynatsan olur mu şeker?” diye devam ettim. Deyimlerin çevirilerinde anlam kaybı kesin olduğu için mesajı aldığına emin değildim ama ben rahatlamıştım.

Elbette hayatımda söylem-eylem tutarsızlığına şahit olduğum tek an o zaman olmadı ama; bu ara bu olayı fazla sık hatırlar oldum. Cidden, katrandan şeker olmuyor!

© 2020 www.karadenizgazete.com.tr | Karadeniz Gazetesi bir Güçlü Ticari Ve Sınai Ürünler Pazarlama Ticaret Ve Sanayi Anonim Şirketi ‘dir.

Giriş Yap