25-26 Haziran gençlerimizin umuda koştuğu tarihler oldu.
Binlerce öğrencinin geleceğini belirleyeceği bu sınavlar, aynı zamanda
ülkemizin geleceğini de belirleyecektir. Belki on belki de daha sonraki
yılların Türkiye’sine siyasal,ekonomik, kültürel açıdan yön verecek gençler, gençlerimiz bugün sınava
giren bireyler olacaktır.
Her
geri bıraktırılmış ülkede olduğu gibi bizde de üniversite kapısında içeriye
girecek sayı hiç de gençlerimizi mutlu edecek düzeyde değildir. Birçok
gencimiz, sınavı kazanamayacak, birçoğu da istemedikleri üniversitelere veya
fakültelere kayıtlarını yaptıracaklar. Sonuç mu dersiniz? Sokaklarda,
kahvelerde yüzlerce okumuş genç ,işsiz güçsüz dolaşacak ve babasının vereceği
harçlıklarla sokağa çıkabileceklerdir.
22-25
yaşında yüksek okul diplomalı gençlerimiz, babasının verebileceği üç- beş lira
ile yaşıtları ile buluşacaktır. O gençteki ailesine karşı ezikliğini,
arkadaşlarının yanındaki itibarsızlığını düşünmek bile istemiyorum.
Bu yazımı yazarken gençlerimiz, önlerindeki sorularla boğuşmaktadırlar. Kimi gencimiz özel ders almıştır soruları bilmekte ve zorlanmadan yapmakta, kimi gencimiz, okul bilgisi ile eşit olmayan bir yarışta savaş vermektedir.
Bu arada Fen lisesi gibi ayrıcalıklı okullarda okuyan daha zeki gençler elbette ki diğerlerine göre daha başarılı olacaklardır. Bu eşitsizlikler kaldırılmadığı sürece gençlerimizi umuda götürmek olanaklı değildir.
Her
ilde üniversiteler açmak bilimsel açıdan başarılı olduğumuzu göstermez. O
üniversitelerin akademisyen kadrosu tam olmalıdır. Hacettepe’de Gazi
Üniversitesi’nde, ODTÜ’de gençlere sunulan hangi olanaklar varsa diğer
üniversitelerde aynılarını yaratamazsak gençlerimizi kandırmış oluruz.
Türkiye’nin
ara elemana gereksinimi vardır. Tekniker, teknisyen kadrolara gereksinim
vardır. Organize Sanayi alanlarında bu gençler iş bulabilmekte ve kimliklerini
sergileyebilmektedirler. Gerek devlet, gerekse özel girişimciler, çalışma
alanlarında bu insanları tercih etmeli ve ara eleman yetiştiren iki yıllık yüksek
okulların önünü açmalıdırlar.
Bir ülkede fabrikalar kapatılır veya satılırsa, yeni koşullara göre üretim alanları oluşturulmazsa umuda koşan gençlerimizin önünü şimdiden kesmiş oluruz.
Tarım politikamızı çağın koşullarına göre belirlemek işsizliği azaltır. Köyündeki arazisini teknik olanaklarla değerlendirme olanağı gençlere sağlanırsa gençler , şehirlere umut için nasıl koşmuşlarsa, bu kez o gençler aynı duygularla köylerine tarlalarının, bahçelerinin başına koşacaklardır.
Gençlerin
ürettiğinin alımını garantilemek devletin görevidir. Alın terlerini devlet
silmelidir. Tarladan tüketiciye ulaşana kadar üç misli, beş misli fiyat
artırımının önünü devlet kesmelidir. Aracıyı, tefeciyi değil, üreticiyi
kollamalıdır.
Devlet-
üniversiteler- üretim alanları uyum içinde birlikte gelecek için, gençler için
çalışmak zorundadır. Aksi halde “Saldım çayıra Mevla kayıra,” yaklaşımı olur ki
bu biçimden hepimiz zarar görürüz ve görmekteyiz.
Neden her köyde bir Ziraat mühendisi, bir veteriner olmasın? Neden her köyde okullarımız yeniden eğitime başlamasın? Hangi iklimde hangi toprakta hangi ürün daha iyi verim verir bilgisini köylü ile neden o mühendis paylaşmasın? Besicilik, süt üretimi açısında hem sağlıklı hem de üretken küçük ve büyük baş hayvanların üretilmesinde veterinerlerimiz neden öncülük yapmasın?
İşte o zaman planlı programlı gençler yetiştirilir ve ülkemizdeki gençler de aylak aylak sokaklarda dolaşmazlar.
Doğal olarak bu önerilerimin yapılması için üretimimizin önün kesen yabancı güçlerden izin almalıyız.