SON DAKİKA
SON DAKİKA


Türk kimliği
23.11.2018

Türkler, tarihin derinliklerinden gelen bir ulustur. Orta Asya’nın bozkırlarında doğmuş, büyümüş kabuğunu kırmış ve Asya, Avrupa kıtalarına yayılmıştır. Yeni devletler kurmuş, yeni uygarlıklar geliştirmiş ve yeni yerleri topraklarına katmıştır. O ülkelere de uygarlık götürmüştür.

Ne yazık ki  Türkler,tarihin her döneminde  ihanete uğramış ve zaman zaman devlet özelliğini yitirmiştir. 1299 Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna baktığımızda  öz be öz Türk devletidir. Dili Türkçedir, törelerini geçmişinden getirmiştir. Ama zamanla mezhep , ırk ayrılıkları devlete sızınca koca Osmanlı devleti çatırdamaya başlamış ve çökmüştür.

Osmanlı dönemini ikiye ayırabiliriz. Yavuz Sultan dönemi öncesi ve sonrası diye. Kısaca Halifeliğe kadar olan Osmanlı Türk İmparatorluğu ile Halifelikten sonra Araplaşan İmparatorluğumuz. Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar.

O günkü şartlarda Halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri, Memlukluların elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler, bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Osmanlıdadır.

Bu yaklaşım, İslam dünyasında  sorun oluşturmuştur. Çünkü kılıç zoruyla ve zorla Kutsal dinimizin emanetlerine el konulmuştur. Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye biat etmek istemezler. İşte bu sorunu çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulunur.  Bu yol, Mısır’dan ve Arap diyarlarından seçilecek iki bin civarında ulemalar, mollalar, Ebu Suud Efendiler, İstanbul’a davet edilirler. Onlara  para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmelerini sağlarlar. Bu projeyi Araplar da destekleyince proje hayata geçer ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta “bugün de kısmen olduğu gibi” Türk kelimesi yasaklanır, “Türk’üm!” “Türkmen’im!” diyen kişi  Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır, kafası kesilir. Buna , tarihte Kuyucu Murat Paşa namıyla anılan adamın,  “Türk’üm, Türkmen’im” dedikleri için 158 bin kişiyi diri  diri kuyulara attırarak öldürttüğü örnek verilebilir.

Maalesef Osmanlının son 350 yılı, ilk 250 yılın aksine Türklere zulümle geçer, sıkı bir Arap tandanslı mezhepçilik kurulur, 1603 yılına gelindiğinde artık Ehli Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır  ve kapatılır.

Yine bu dönemde Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilirler. Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için bu Arap mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılır, kırdırılır, ganimeti bile toplatmazlar.

İşte dün de bugün de başımızı ağrıtan Kürt, Alevi sorununu 1517 yılından sonra uygulanan yanlış politikalar yaratmıştır. Çünkü imparatorluğu kuran asli unsur Türkmenler dışlanmıştır, mezhepçiliğe kurban edilmiştir.

Şimdi şu sorunun yanıtını aramak gerekmez mi?  Mevlanaların, Yunus Emrelerin, Hacı Bektaşilerin, Seyit Gazilerin, Ahmet Yesevilerin… İslam’ı, İslam değil miydi? Osmanlıyı kuran Şeyh Edeb Alilerin İslam’ı, Akşemseddinlerin İslam’ı İslam değil miydi de Ebu Suudlara teslim edip batırdık koca İmparatorluğu? Bugün de aynı süreci devam  ettirmek isteyenlerin tarihten hiç ders almadıklarını görüyoruz.

Ahmet Yesevi der ki: “Din bir seçimdir; ama Türklük kaderdir!”

© 2020 www.karadenizgazete.com.tr | Karadeniz Gazetesi bir Güçlü Ticari Ve Sınai Ürünler Pazarlama Ticaret Ve Sanayi Anonim Şirketi ‘dir.

Giriş Yap