Yazımın başlığı duygusal oldu
galiba. Olsun ve olmalıdır da. Değişik dinlerden, ırklardan, uluslardan ve
mezheplerden insanların toplandığı bir ülke Türkiye. İnsanlık açısından zengin,
verimlilik açısından bol, birbirlerine yaklaşım yönünden hoşgörülü bir yerleşim
alanıdır Anadolu’m.
Hacı (Hace) Bektaş -ı Veli,
“Eline, beline diline sahip çık” öğüdünü vermiş sekiz yüz elli sene önce. Büyük
tasavvuf bilgini o yüce insan, galiba bugünleri görmüş. Aslında Selçuklu
Devleti’nin yıkılışı ile başsız kalan Türkleri birleştirici öğelere gereksinim
vardı o yıllarda. Ta Horasan’dan Anadolu’ya gelen Hoca Ahmet Yesevi ve onun
eğittiği bireyler Anadolu’da il il, köy köy gezerek ulusal birliğimizi
sağlamışlardır. Yüce dinimizi Türkçemiz ile Anadolu insanına sevdirmişlerdir.
Anadolu’da özlü sözler, zamanla anlam yitirmiş ve
gerçek anlamından uzaklaştırılmışlardır. Hacı (Hace) Bektaş-ı Veli yani (Veli
Bektaş Bey) “Eline, beline, diline sahip çık” sözünü söylerken “Vatanına,
toprağına ve diline Türkçeye” sahip çık demiştir. Çünkü aynı yüzyılda
Karamanoğlu Mehmet Bey, “Şimden gerü hiç kimesne kapuda, divanda ve mecaliste,
seyranda Türk dilinden gayri dil söylenmeye,” (Devlette, tekkede, toplantılarda
ve sokaklarda) buyruğunu boşuna vermemiştir. Çünkü o büyük tasavvuf adamı,
biliyordu ki bir ulusu yok etmenin temel yolu kendi dilini unutturmaktır.
Avrupalı ve
doğu dilleri araştırmacısı diyor ki, “Orhun Nehri kıyısındaki Göktürk Yazıtları,
orada durdukça Türk ulusunu tarihten silmeye kimsenin gücü yetmez.” Tarihte
Türk adını Göktürkler kullanmışlar, ulumuza bir kimlik kazandırmışlardır. Yuluğ
Tığın Bilge Kağan, Gültigin Kaan’ın ulusumuzu ölümsüzleştiren ve yazdıkları
Bengi Taşlar, bizim kimliğimiz, bizim tarihimizdir. Ne yazık ki bu devlet
adamlarının bize bıraktığı ölümsüz tarihi, yeteri kadar öğrenememiş ve
ulusumuzu zaman zaman ikinci sınıf vatandaş durumuna düşürmüşüz. Arapçayı
Türkçeden üstün görenler oldu ve hala var. Anadolu’da egemen ırk olan Türk’ün
yerine Osmanlı, Selçuklu, Anadolu Selçuklu diye devlet adını öne çıkaranlar
oldu.
Ben ırkçı değilim. Ama
ulusumun kenara itilmesini de kabul edemem. Dilimiz Türkçedir. Anadolu’da
vatandaşlık bağı ile vatanına bağlı olanlar da Türk’tür. 16. yüzyıldan beri
ülkemizin kimliğini yok etmeye çalışan insanlar oldu. 1911 Hareketi ile Ömer
Seyfettinler, Ziya Gökalplar ulusumuzun kimliğini dile getirmişler ve büyük
komutan, devlet kurucusu Atatürk ise bu ülkede yaşayan insanların kimliğinin tasdikini
Lozan’da mühürletmiştir.
Türkiye’de yaşayan
vatandaşlık kimliği ile ülkesine bağlı her vatandaşımız Türk’tür. Bu vatan
Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda kanlarımızla korunmuş ve alınmıştır. Kimseye
verecek bir karış toprağımız olmamalıdır.
Fatih döneminde Keşiş Rom Atar, “İstanbul,
Türklerin elinden harp, darpla alınamaz. Ancak öyle bir zaman gelecek ki
elinizdeki emlak aracılarla satılacak ve İstanbul Türk yurdu olmaktan çıkacak”
demişti.
Bu sözler üzerine Fatih
Sultan Mehmet, ellerini havaya kaldırarak:
“Fethettiğim yerleri
yabancılara satanlar, Allah’ın gazabına uğrasınlar” demiş.
Bu ülke için dedelerimiz kan
döktü ve çocuklarımız şu anda kanlarını, canlarını veriyorlar. Kimin için?
Kardeşlerimiz, çocuklarımız, torunlarımız için. Güzel de ülkemizin
topraklarını, parası olan yabancılara satıyorsak ve bizler mirasyedi durumuna
geliyorsak canlarını bu topraklar için verenlere izahımız nasıl olacak?
Ben ülkemin insanlarını
seviyorum. Ben ülkemin dağını taşanı, ovasını, denizini, akarsuyunu seviyorum.
Ama başkalarına satılan topraklarımın hesabını da istiyorum.