Bizim kişilerle sorunumuz yok, olamaz da. Çünkü her bireyin
kendi dünyası ve kendi yaşamı vardır. Ama bu kişiler, devleti yönetiyorsa ve
benim yaşamımı olumlu veya olumsuz etkiliyorsa o insan, bireylikten çıkar
topluma mal olur.
Hep büyüklüğümüzden, gelişmişliğimizden söz ederiz de
rakamlara vurduğumuz zaman devleti yönetenlerin dediği gibi olmadığımızı hemen
görürüz. Hele ilerlemiş uluslarla karşılaştırırsak gelişmişlik açısından hiç de
büyük devlet olamadığımız anlaşılır. Siyasal, ekonomik, eğitim, sağlık ve
savunma açısından arzu edilen düzeyde maalesef olamadık. Öncelikle demokrat
olamadık. Hukuk, insan hakları, gelir dağılımı yönünden çok gerilerde kaldık.
Özel
teşebbüs savına kapılarak, Cumhuriyet döneminde elde edilen kazanımları,
mirasyedi gibi sattık, savdık. Sattıklarımızın çoğunu yabancılara sanki
bağışladık. Keyfi uygulama, keyfi harcama ve hesap vermeme bizi olumsuza
sürükledi. Türkiye, siyasal yönden de demokratlaşamadı. Hatta gerilere düştük.
20. yüzyılın gerilerinde yolumuza devam ediyoruz. İktidara gelenler, “Dediğim
dedik, çaldığım düdük” yaklaşımında ısrarcı oldular ve olunuyorlar.
Ekonomik
açıdan çöktük. Orta sınıf yok oldu. Toplumun yüzde yetmişi açlık sınırının
altında, yüzde 10’u mutlu azınlık olarak yaşamını sürdürüyor. Bu durumda
ekonomiyi iyi göstermek kendimizi kandırmak olur. Sanayi üretimi istenilen
düzeyde değil, tarımsal üretim arzu edilen biçimde gitmiyor. Ne yazık ki
tarımsal üretim için yeterli çaba yok. Üretici ürettiği ürüne ederine alıcı
bulamıyor. Üretim bizde bitti gibi.
Ülkemiz yedi bölgeye ayrılmıştır. Her bölgede; farklı
iklimde, farklı ürünler yetiştirilir. Ama üreticinin ürettiği ürünler,
değerlendirilmedi. Kısaca dışa bağımlı ülke durumuna getirildik. Bütçe açık
veriyor. Hazine yeterli düzeyde değil. Haklı olarak da geleceğimiz parlak
değil. Çocuklarımızın, torunlarımızın gelecek güvenceleri yok. Yaşam biçimimiz
karanlık değil ama dumanlı. Kalkınmışlık, aldatıcı rakamlarla olmuyor olamaz
da. Kalkınmışlık; beynimizde ki bilgiyle, cebimizdeki parayla toprağımızdaki
ürünün bolluğuyla, fabrikalarımızın üretimiyle olur.
Öyle ise,
bize okul lazımdır. Soran, sorgulayan, üreten öğretmen lazımdır. Köylümüzü,
işçimizi, esnafımızı bilinçlendirecek eğitimciler lazım. O zaman toplum, kendi
yönetimlerini bilinçli seçer. Ürettiğini doğaya uygun olarak üretir.
Ürettiğini, satacağı kooperatifler kurar ve tarladan tüketiciye ulaştırır.
Üretici, malını değerlendirir; tüketici, gereksinimlerini ucuza elde eder.
Bizlerin
yönetimden beklentilerimiz vardır. Toplumumuzun çağdaş toplumlar düzeyinde
olmasını bekliyoruz. Tarımda, sanayide, hayvancılıkta dışa bağımlı olmaktan
kurtarılmasını bekliyoruz. Kendi örf ve âdetlerimizi yozlaştırmadan çağdaş
eğitim bekliyoruz. Çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini, devlet güvencesinde
olmasını bekliyoruz. Bu beklentilerimiz, her gelişmiş ülkenin olmazsa
olmazlarıdır.
Korkmayalım
kimse bizi kıskanmıyor. Kimse bize özenmiyor. Hele hukuk devleti özelliğini
kazanmış ve bu güzelliği yaşayan ülkeler, bizi hiç mi hiç kıskanmıyor. Yüzümüzü
bilime, tekniğe, hukuka çevirmediğimiz sürece bizi kimse kıskanmaz.
Topraklarımızı, yer altı zenginliklerimizi kendimiz işletmediğimiz sürece de
bizi kimse, büyük devlet görmez ve görmüyor da.
Gelecekler
bizim; çocuklarımızın, torunlarımızın olsun.