Salgın
nedeniyle yurdumuzda ve diğer ülkelerde normal eğitimi beklemek kendimizi
kandırmak olur. Çünkü koşullar yüz yüze eğitimi engellemektedir. Ama ülkemizde
eğitim belirsizlik içinde yüzüyor. Bir
türlü belirli kurallar saptanarak yol alınamıyor.
5 Ekim 2020 ‘den itibaren zorunlu
olarak belirli sınıflarla eğitim başlamıştı. Ne yazık ki ülkemizde uzaktan
eğitim için alt yapı tamamlanmadan girişilen girişim yürümedi. Çünkü öğrenciler
sisteme girmekte zorlandılar. Öğretmenler de sistemde başarılı olamadılar.
Bu da gösteriyor ki her yaklaşımda
olduğu gibi eğitimde de günlük hesaplarla geçiştirmeye çalışıldı ama olmadı.
Seyreltilmiş sınıflarda yüz yüze eğitim yapılmasına karar verildi ama yoklama
yapılmadı. Haklı olarak salgın hastalık kol gezerken ve yüzlerce kişinin
ölümüne neden olurken veli, çocuğunu okula göndermek istemedi. Bu yaklaşımın
sonucu öğrenci yüz yüze eğitim için zorlanmadı.
Şimdi online olarak 30 dakika ders yapılmaktadır.
Güzel de her öğrenci için eğitimde fırsat eşitliği var mıdır?. Kimi yerlerde
dağ başında yapılan bir kulübede eğitim yapılıyor, kimi yörelerde soğukta yine
tepelerde eğitim yapılmaya çalışılıyor. Bu yaklaşım 21. Yüzyıl Türkiye’sine yakışan
bir durum değildir.
Eğitim, göstermelik bir eylem biçimi
değildir. Eğitim, beynin ve ruhun terbiye edilmesidir. Eğitim üretim içindir.
Belirttiğim bu amaçlara hizmet etmeyen eğitimin ne kişiye ne de topluma yararı
olur. Şu anda iş içinde eğitimden yoksun bir sistemin içinde bocalayıp
duruyoruz.
Sayın Bakan, göreve başladığında da
yazmıştım. Sevinmiştim eğitimin içinden bir bakanın Milli Eğitim Bakanlığı’nı
temsil edişine. Ama onu rahat bırakmayacaklarını da yazmıştım. Yanılmamışım da.
Eğitimin içine siyaset girince her
kafadan bir ses çıkar oldu. Bir de tarikatlar işin içine girince çağdaş eğitim
yozlaştırıldı ve yozlaştırılıyor.
Bu aşamada farklı
öğrenci görüntüleri ortaya çıktığı bir gerçektir. Velilerin
ekonomik yapıları, internet olanaksızlığı, evdeki bilgisayarın yetersizliği,
öğrencilerin bazılarının disipline edilemeyişi, öğrencilerin sistemden
çıkmaları, bir de canla başla dersini takip edenler gerçeği ile karşı karşıyayız.
Açarsak:
·
Velinin
ekonomik yapısı iyidir. Özel dersle
sorunu çözüyor ve uzaktan eğitime katılmıyor.
·
Aile
ekonomik yönden yetersizdir. Evine internet bağlamadığı için derslerini
izlemeyen öğrenci sayısı azımsanmayacak düzeydedir.
·
Bir
de okula birden fazla öğrenci kayıtlıdır ama evde yararlanılacak tek cihaz
vardır. Dolayısıyla öğrenci dersini izleme olanağında yoksundur.
·
Öğrenci
disiplinsizdir. Öğretmeni atlatmaktadır. Sorulduğunda “Sistem attı.” Diyor ve dersini izlemiyor.
·
Bunun
yanında bilinçli öğrencilerimiz ise tüm olanaklarını zorluyor ve canla başla
derslerini program gereği yürütüyorlar.
Tespitlere göre 3 milyonun üstünde öğrencimiz sistem dışında
kalıyor. Bu sisteme giren her öğrenci de olaya ciddi bakmıyor. Bu nedenle 15
milyon öğrencinin derse katıldığı anlamını çıkaramayız.
Yukarıda belirttiğim değişkenliklere rağmen öğrenciler,
liseye giriş sınavında, Üniversiteye yerleştirme sınavlarında sorulan sorular, her öğrenci için aynı
içerikli olacaktır. Bu yaklaşım fırsat
eşitliğini bozuyor ve bozacaktır.
Şimdi de öğretmenlere,
öğrencilere not verin deniliyor. Güzel de öğretmen hangi ölçütlerde not
verecek? Öğretmen duygusal davranıp sevdiği öğrencilere başarılı not verip
diğerlerine az not taktir ederse bunun
sorumlusu kim olacak ve bu yanlışı kim nasıl denetleyecek?