Gerek
ulusal, gerekse dini bayramlar, ulusların birlik beraberliklerine katkıda
bulunurlar. Bir dini bayramımızı kutlamanın hem mutluluğunu hem de üzüntüsünü
yaşadık. Üzüntüsünü yaşadık diyorum, çünkü COVID 19 nedeniyle bu güzel dini
kuralımızı ve geleneğimizi gönlümüzce yerine getiremedik. Bu bayramda da yine
tatil yerlerine koşuldu, yine oteller doldu ve deniz kıyılarında insanlar güneşlendiler,
denize girdiler ama kurallara uyulmadı. Eski alışkanlıklarımızdan ödün vermeden,
koronavirüsü dikkate almadan dört günlük zamanı tamamladık. Umarız bu bayram
ikinci dalganın başlangıcı olmaz.
Sayın Sağlık
Bakanı, bayram sonrası 65 yaş üstü insanlara kolaylıklar getirileceğinin
müjdesini vermişti. Bu müjdeyi merak etmiyor değiliz. Öyle ya koronavirüs sanki
yalnız 65 yaş üstü insanlara bulaşır ve diğer yaştakilere bulaşmaz ve taşıyıcı
da olmazlar gibi bir yaklaşımla yaşadık aylarca. Biz yaşlılar kurallara da
uyduk. Ama evdeki gençler, çalışanlar, çocuklar sokakta işyerinde olduklarına
göre o insanlar evlere mikrop taşımadılar mı? Yanlışın neresinden dönülürse kârdır.
Bırakın bu 65 yaşından büyükleri. Onlar kendilerini korudukları gibi
başkalarını da korurlar. Parklarda, bahçelerde, dinlenme yerlerinde diğer
insanlar gibi o insanların da dolaşmalarında ne sakınca var ki?
Gördük ki
COVID 19’un hiç olmadığı veya az olduğu illerimizde artış oldu. Karadeniz şehirlerinde
çay, fındık işçileri o kentlerde ve köylerde yaşayan insanlara mikrop
taşıdılar. Bunun yanında büyük kentlerden kasabalarına, köylerine gelen
insanlar da taşıyıcı oldular. Çünkü 65 yaş üstü insanlara gösterilen titizlik o
insanlara gösterilmedi. Aynı yaklaşım, Adana’da, Konya’da ve Doğu, Güneydoğu
illerinde de yaşandı. Turizm sektörünü canlı tutmak için oteller, plajlar hizmete
açıldı ve oraya gelen insanlar da taşıyıcı görevlerini yerine getirdi.
Bugünlerde
gündem değiştirilerek salgın hastalığın yarattığı tahribatı gizlemeye
çalışıyorlar. Ayasofya’yı camiye çevirdik. Peki, önce neydi ki? Orada
Müslümanlar namaz kılmıyorlar mıydı? Aslında Atatürk, 19 Şubat 1936 tahinde
Ayasofya’yı tapulandırırken cami olarak kaydettirmiştir. Buna rağmen halktan
gerçekler gizlenerek, oy uğruna, siyasi getirim elde etmek için oyun oynanıyor.
Bu arada Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğunda oturan kişi de
elinde kılıçla hutbe okuyor Atatürk’e ve arkadaşlarına meydan okuyor. Din
adamının temel görevi, ülkesine barışı getirmektir. Irk, din, dil farkı
gözetmeden ulusun birlik beraberliğini sağlamaktır. Ama gördük ki din kurumunun
başı elinde kılıçla meydan okuyor. Peki kime? Elbette ki cumhuriyete ve onun
kurucularına hatta laik, aydın ulusa kılıç sallıyor. Ama unutmayalım ki mahkeme
kadıya mülk değildir. Erbaş gibi o koltuğa çok insan oturdu. Dinimize hizmet
etti ve görevini tamamladı gitti. İyiler şükranla anılırken kötüler de
lanetlendi.
Kurumların,
kuruluşların siyasallaşmadan ulusumuza hizmet sunmaları en büyük arzumuzdur.
Çünkü o ciddi kuruluşların görevi siyasal partilerin borazanlığını yapmak
değil, ulusun gereksinimlerine yanıt vermektir.
Benim devlet
anlayışım budur. Bilmem ne dersiniz?