TC Devleti, liberal ekonomi modeli üzerine kurulmuştur. Biz,
bunu 1923 İzmir İktisat Kongresi’ndeki kararlardan öğreniyoruz. Görüyoruz ki
özel teşebbüse birtakım avantajlar sağlandı. Ancak sayısız örneklerde görüldüğü
gibi bağımlı, asalak bir sermaye sınıfı oluşmaya başladı. Bu suçlamam her
teşebbüsçü için geçerli değil. Ancak devlet tarafından teşvik edilen kişi ve
kuruluşlar, ülkede üretime dönük çalışmalardan çok, ithal yollarını tercih
ettiler.
Devlet
tarafından kurulan üretime dönük fabrikalar baltalandı. Örneğin şeker fabrikası
mı kuruldu, o fabrikanın üretimini düşürmek için çaba gösterildi. Özel
teşebbüsçüler Batı ülkelerindeki şeker fabrikalarıyla anlaşıp ithal ettiler ve
yorulmadan, elini sürmeden para kazanma yolunu seçtiler.
Kâğıt,
çimento, diğer sanayi ürünlerini üretme yoluna gitmeyip hatta yeni kurulan bu
tür üretim kuruluşlarını baltaladılar. Belirli bir zümreye her türlü olanaklar
sağlandı, özellikle sanayici yaratmak için tüm olanaklar denendi. Alınan sonuç,
arzu edilen sonuca ulaşmadı.
1930 yılına
gelindiğinde özel teşebbüs iyi sınav vermemişti. TC Devleti yeni arayışlara
gitti. Böylece ülkede devlet, devletçiliği denemek istedi.
1923-1931
dönemi liberal dönem, 1932-1945 dönemi devletçilik dönemi olarak bilinir.
Cumhuriyet’in kuruluşunda ülkemizde sanayi hemen hemen yok gibiydi. Liberal
dönemde bile devlet, sanayi kurulması için girişimde bulunmuştur. Ama arzu
edilen sonuç alınamamıştır.
Ülkenin
acil çözüm bekleyen sorunlarına liberal yaklaşım çözüm getirememiştir. Çünkü o,
kârına bakmıştır.
Devletçilikte,
bir yandan ülkemizin gereksinimi olan temel yatırımlara yönelirken bir yandan
da küçük sanayi üreticilerini teşvik etmiştir. Bu arada Etibank kurularak
ülkedeki yer altı kaynaklarının üretime dönüştürülmesi girişiminde bulunmuştur.
Sümerbank kurularak yerüstü kaynaklarını devlet kendi kontrolü altına almıştır.
Atatürk döneminde kurulan fabrikalar ve yabancılardan alınan kuruluşlar
hakkında çıkarılan yasalar olumlu sonuçlar vermiştir. Yokluk, kıtlık yaşanan ve
eleman zorluğu çeken bu ülkede kısa zamanda çok işler başarılmıştır.
TC Devleti
kurulduğunda iç ve dış borç azımsanmayacak ölçüdeydi. Hatta İkinci Abdülhamit
döneminde 1881 yılında kurulan Duyun-i Umumiye (Genel Borçlar) kurumu
devletimizin iç ve dış borçlarını denetlemekteydi.
Ülkemizdeki
üretime dönük kurumlar ve ulaşıma dönük kuruluşlar yabancıların özellikle
İngilizlerin denetimi altındaydı.
Kendi küllerinden var olan TC Devleti, tüm
olanaksızlığa karşın borçlarını ödemiş ve hiç de azımsanmayacak üretime dönük
kurum ve kuruluşlar açmıştır.
Günümüze
bakıyorum da TC Devleti’nin kuruluş yıllarını görüyorum. Özel teşebbüs,
üretmekten çok ithal etme peşinde koşmaktadır. Patates mi pahalandı? Daha çok
patates ekerek ve daha çok üreterek fiyatı düşürmek yerine hemen ithal yoluna
gidiliyor. Etin mi fiyatı arttı? Yine hayvancılık teşvik edilene kadar işin
kolayına kaçıyor ve ithal ediyoruz.
Liberal
ekonomide üretici kontrol edilemez diye bir kural yok. Devletin temel görevidir
denetleme. Kaliteli, sağlıklı ürünün vatandaşlarına sunulmasında birinci
derecede sorumlu devlettir.
Şu andaki
salgın hastalıkta gördük ki babadan, dededen gelen özel kuruluşlar bu ulusun
sırtından zengin olduklarının bilincindeler. Bu üreticiler, ulusumuzun yanında
yer alırken kısa zamanda köşeyi dönen iş adamları, izlerini kaybettirme
peşindeler.
Bence biz yine karma ekonomiye dönelim. Ne dersiniz?