Biz çocukken depremler, farklı tanımlanırdı köylerde. Dünya bir
öküzün boynuzlarında duruyordu. Öküzün burnuna bir sinek konunca başını
sallıyor ve dünya sallanıyor ve deprem oluyordu. Şu anda hala o düşünceye sahip
insanların var olduğuna inanmak istemiyorum.
Deprem bir doğa
olayıdır. Doğadaki yırtıkların zamanla yer değiştirme olayıdır. Bu konu elbette
ki beni aşar. Çünkü ben deprem uzmanı değilim. Benim üzerinde duracağım konu
deprem öncesi ve sonrası insanların davranış biçimleridir.
Evet, Erzincan,
Düzce, Kocaeli, Elazığ ve İzmir depremlerine baktığımızda yıkımlar, ölümler,
acılar birbirine benziyor. Siyasetçiler, devleti yönetenler acı içinde kıvranan
insanların karşısına geçip şov yapıyorlar. Bir sürü olumlu yaklaşımda
bulunuyorlar. Aradan zaman geçince acılar unutulmuyor ama acı çekenler
unutuluyor.
“Keçi can,
kasap yağ derdinde,” bir özlü sözümüz var ya bugünler için söylenmiş sanki.
Siyasiler çöken binaların üstünde, kameralar karşısına geçmişler topluma hoş
görünme hesabının peşindeler.
Bilim, bilim
insanları, nerede fay hattı var, nerede zemin kaygan olduğunu bilir. Ama o
arazi üzerine bina yapımı izni verilir. Belediyelerin imar planları bakanlıkça
onaylanmadıkça yürürlüğe giremez. Ama bir olumsuzluk karşısında belediyeler
bakanlığı, siyasetçiler iktidarı suçlar. İzmir depreminden sonra da aynı
ağızları aynı sorumsuzlukları dinliyor ve görüyoruz.
“Yavuz hırsız
ev sahibini suçlu çıkarır,” yaklaşımında bulunmalar var ki bu yaklaşım, evsiz
barksız, aç susuz kalan insanlarımızı üzmektedir. Biri kalkıyor 1939 Erzincan
depremini anımsatıyor, o günün yöneticilerini suçluyor. Aslında suçlamalara
kendi de inanmıyor ama siyaset yapıyor, toplumu yanıltıyor. 1939 Türkiye’si ile
2020’nin Türkiye’si aynı mıdır? O günün teknik olanakları, ulaşım araçları ve
iklim koşulları ile bugünü kıyaslamak bizi kör sağır sanmak gibi bir şeydir.
Erzincan depreminde 33 bin kişi öldü. Erzincan diye bir il kalmadı. Köyler
yerle bir oldu. Ama kısa zamanda yepyeni bir Erzincan yaratıldı. O günün
koşullarında yeni bir il oluşturan o insanlara çamur atmak bence güzel bir
yaklaşım değildir.
1999 depreminde
de bugünle kıyaslanmayacak zorluklar yaşandı. Ama ders alınmış olmalı ki
“Deprem Vergisi” adıyla bir yasa çıkarıldı. Hedef, deprem anında depremde
zarara uğrayan insanlara katkıda bulunmaktı. Bir de zarar gören ve
oturulamayacak binaları yenilemek için oluşturulmuş vergiydi. Doğru bir
karardı. Ama siyasi partilerin ve gazetelerin araştırmalarına göre belirli amaç
için toplanan para ortalıkta yok. İşte burada durmak gerekir. Bu para deprem
için toplanmıştı ama yol için, köprü için kullanılmışsa yetkililer çıkıp bu
toplumdan özür dilemeleri gerekir ki bekliyoruz.
İzmir depremi,
yüzün üzerinde insanın ölümüne, bin civarında insanın yaralanmasına neden oldu.
Bence bu acı karşısında Sayın Cumhurbaşkanı’nın meydanlarda geçmişi
suçlayacağı, diğer siyasi partilere çamur atacağı yerde birleştirici görevini
yerine getirmesi gerekir. Çünkü biz Cumhurbaşkanını devletin, milletin babası
olarak görmeye alışmışız. Hatta siyasi partiler arasında çıkan olumsuzlukları
barışçı yaklaşımla çözmek onun temel görevidir.
Unutmayalım ki
keskin sirke küpüne zarar verir. Ama tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.