2020 yılını da olumsuzluklarla yaşıyoruz. Kültür, sanat,
ekonomik hareketlerinin olumsuzluklarından kendini sıyıramamış bir yaşantı
içindeyiz. Ne yazık ki dünyayı kasıp kavuran korona virüsten de biz de
nasibimizi aldık ve almaya da devam ediyoruz. Bir taraftan salgınla boğuşurken
bir taraftan da ekonomik çıkmazla savaşıyoruz.
Büyüklerimiz bizlere, bizler de bizden sonraki gençlere
söylediğimiz bir öğüt vardır. “Gençliğinde, elinde olanaklar olduğu sürece
geleceğini hazırla,”diye. Bu yaklaşım devletler içinde geçerlidir. Olanları har
vurup harman savuran bir devlet, elbette ki vatandaşlarına güvence veremez.
Fabrikalar kapatılmış, tarımsal üretim en aza indirilmiş, hayvancılık toplumun
gereksinimlerine yanıt verecek düzeyde değilse orada huzurdan, güvenden söz
edemeyiz. Ülkemizi baştan başa güllük gülistanlık içinde yaşayan bir siyası
anlayışın egemen olduğunu savunanlar da yok değil. Bunlar düzenden nemalanan
insanlardır.
İnsanlar, seslerini duyurmak ve toplumsal haklılığını
belirtmek için kitlesel eylemlere geçerler. Bunların başında toplantılardır ve
yürüyüşlerdir. Bu tür eylemler bir toplumun canlılığını ve geleceğe güvenini
gösterir.
Yetkili kurumlardan izin almak koşuluyla seslerini yaşadığı
topluma hatta insanlığa duyurmak kişilerin demokratik hakkıdır. Devlet
güçlerinin de kişilerin demokratik haklarını duyurmasına yardımcı olması
kaçınılmazdır. Hatta toplantı ve gösteri ile haklarını arayan insanlara devlet,
güvenlik açısından yardımcı olmalıdır. Çünkü gerçek demokrasi ile yönetilen
ülkelerde yaklaşım budur.
Bugünlerde Barolar Birliği Yasası üzerinde çalışma
yapılmaktadır. Belli ki Avukatlık mesleğinde görev yapan bireylerin, bu yasa
üzerinde birtakım kuşkuları var ki seslerini toplumsal eylemle meclise ve
topluma duyurmak istiyorlar. Bu insanlara zor kullanarak susturmak yerine
onların seslerine kulak vermek ve düşüncelerinden yararlanmak en doğru yol
değil midir?
Merhum Sayın Süleyman Demirel’in, “ Yollar yürümekle
aşınmaz,” sözü siyası yaşamımızda ve demokratik yapımızda yerini almıştır. Bu demokratik bir düşüncedir ve hoşgörüdür.
Şimdi de bırakalım hukukumuzun olmazsa olmazı olan avukatlarımız yürüsünler,
düşüncelerini açıklasınlar, kendileri hakkında çıkacak yasal düzenlemeye
yardımcı olsunlar.
Demokratik hakların kısıtlanması ile zamanlarını, okumaya,
araştırmaya ve geleceğin Türkiye'sini yönetmeye hazırlanması gereken gençlik,
toplum kalkınmasındaki görevini yerine getirememektedir. Kısaca gençliğimiz,
okumayı değil, dövüşmeyi kısa zamanda köşeyi dönmeyi yeğler duruma getirildi.
Biliriz ki kültür sabır işidir, okuma, dinleme ve gezme işidir. Bu da gönül
rahatlığı ister. Bunu yaratacak elbette ki dönemin hükümetinin temel görevidir.
Hükümetler, gençliğine güvenmiyorsa, ordusuna, yargıcına, avukatına hatta kendi
polisine, aydınına güvenmiyorsa ve onlar üzerinde baskı oluşturuyorsa orada iyi
değerlendirilmesi gereken yanlışlar vardır demektir.
Milli birlik, kardeşlik duygusunu yeniden kurmak için önce
demokrat ve hoşgörü gerekir. Mesleki kuruluşlara ve devlet kurumlarına kulak
vermek gerekir. O zaman kişiler devletine güvendiği gibi yöneticiler de temel
görevlerini yerine getirirler.
Ne dersiniz?