26 Ağustos, gece sabaha karşı,
Topların çelik ağzı çaldı bir hücum marşı.
Bu ölüm bestesinin içinde yandı dağlar,
Alt üst oldu siperler, eridi demir ağlar. (YZO)
……………
Evet, Yusuf Ziya Ortaç,destanımsı şiiri ile zaferin
mutluluğuna tercüman olmuştur.
Kim ne derse desin,26 Ağustos’ta başlayıp 30 Ağustos’ta elde
edilen zaferi, tarih kendi sayfalarına
altın harflerle yazdı. Yok olmuş bir devlet, bitirilmiş bir ordu ve umutsuz bir
toplumun küllerinden yükselen sönmez bu alevi, inkara kalkışmak tarihin
gerçeklerini inkar etmektir.
Belirlenen savaş günü, Ankara’daki diplomatik çevrelerden,
gazetecilerden gizlendi. Başkumandan gizlice Akşehir’e gitti. Sözüm ona, o
akşam Çankaya’da bir çay ziyafeti yapılacaktı .
Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Garp Cephesi Kumandanı İsmet
İnönü, 1. Ordu Kumandanı Nureddin Paşa,2. Ordu Kumandanı Yakup Şevki Paşa,
Başkumandanla Akşehir’de birlikteydiler.
Tüm dünya ulusları aylarca hazırlık yapan Yunan ordusunu
aşmanın zor olacağına inanmıştı. Ama gece sabaha (5.30)karşı başlayan top atışı
ve peşinden hücum emri ve Yunan tümenlerinin kısa zamanda çembere alınışı/
ordumuza moral vermiş karşı tarafın ise paniklemesine neden olmuştu.Peşinden
Eskişehir’deki işgal güçlerine saldırı ve tüm cephelerde ani
hareket,beklenmedik çabuklukla zaferin müjdesini vermişti.
Aslında başarılı bir asker olan Yunan Başkumandanı Trikopis ve karargahı 2
Eylül’de Uşak’ta esir alındı.
Bu savaş, diplomalılar savaşıdır. Askere çağrılan eli silah
tutan insanların yüzde 40’ı askerden firar etmişlerdi. Geri kalan ordu ise
Balkanlarda 1. Dünya Savaşı’nda yorgun
düşmüştü. Mondros Ateşkes Fntlaşması, Sevr paylaşımı Anadolu insanının moralini
sıfıra indirmişti.Ama Samsun’dan bir güneş gibi doğan ve Amasya’dan dünyaya
meydan okuyan bir lider ortaya çıkmış ve toplumun üzerindeki ölü toprağı
silkelemişti.
Kurtuluş Savaşı’nda gönüllü olarak cepheye koşan üniversite
ve lise öğrencileriyle onların öğretmenlerinin varlığı Zafer’de iz bırakmıştır.
Ne yazık ki Kurtuluş Zaferi’ni içine sindiremeyen kapitalist
ülkeler ve onların yerli işbirlikçileri/ aynı kinlerini bugün de devam
ettirmektedirler. Tarihin gerçeğini silmeye çalışmaktadırlar.
Bu kesin zaferden sonra Mustafa Kemal Paşa, saldırı emrini
verişini şöyle anlatır:
“Ben, birkaç gün sonra yola çıktım. Gidişimi belirli birkaç
kişiden başka bütün Ankara’dan gizledim. Benim Ankara’dan ayrılacağımı
bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Dahası, benim Çankaya’da çay
şöleni verdiğimi de gazetelerle yayımlayacaklardı. Bunu elbette o zamanlar
işitmişsinizdir. Trenle gitmedim. Bir gece otomobille Tuz Gölü üzerinden
Konya’ya gittim. Konya’ya gidişimi orada hiç kimseye telle bildirmediğim gibi
Konya’ya varır varmaz telgrafhaneyi gözaltına aldırarak Konya’da bulunduğumun
da hiçbir yere bildirilmemesini sağladım.
20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat dörtte Batı Cephesi
Karargâhı’nda, yani Akşehir’de bulunuyordum. Kısa bir görüşmeden sonra, 26
Ağustos 1922 sabahı düşmana saldırmak için Cephe Komutanına buyruk verdim.”
Bize bu
ülkeyi yeniden armağan eden erinden komutanına kadar ve omzunda mermi taşıyan/
kağnısı ile cepheye koşan annelerimize, bacılarımıza, bu ülkenin gerçek
vatansever insanları minnettardır. Ruhları şad olsun.