Öyle yoğun bir gündemden geçiyoruz ki, köşe yazısı olarak ele almayı planladığım konular adeta üst üste yığıldı.
Malum, araştırmadan, bir konunun arka planını görmeden yazmayı sevmem. “Duydum” haberciliği, ‘miş-muş’la yürüyen bir anlayış bana göre değil.
Trabzon’un kronikleşen trafik sorunu, mevcut ve planlanan projeler, fındık ve çay meselesi derken sahil projesi ve Trabzonspor’un yeni tanıttığı projeler de gündemin en üst sıralarına yerleşti.
Tüm bu başlıklar için kapsamlı araştırmalar yapıyor, Trabzon adına en doğru ve en faydalı bilgileri sunabilmek için çalışıyoruz. Yakın zamanda bu konularla ilgili detaylı yazılar sizlerle olacak.
Elbette siyaseti de es geçmek mümkün değil.
Kimler perde arkasında pusuda bekliyor, kimler “Düğün değil bayram değil, eniştem beni niye öptü?” deyimini hatırlatırcasına PR amaçlı ilçe ilçe gezmeye başladı… Hepsi not ediliyor.
Bu başlıkları da “Trabzon’un vekilleri kimler olacak?” adlı yazı dizisiyle, hakkını vererek ele alacağız.
Gelelim bugünkü asıl konumuza…
YAPAY ZEKA'DA SONA MI GELİNDİ?
“Yapay zeka” kavramı ilk kez 1956 yılında ABD’de ortaya atılsa da, son kullanıcı olarak bizlerin hayatına gerçek anlamda girişi 2015 yılında OpenAI ve ChatGPT ile oldu.
İlk ortaya çıktığında yaptıkları ve yapmayı vaat ettikleriyle insanları adeta büyüledi.
Geliştikçe sinema sektörü başta olmak üzere birçok hikâyeye, senaryoya ve iddiaya konu oldu. Oblivion, Evrim, Yıldızlararası, M3GAN, Tau, Black Mirror bunlardan sadece birkaçı.
Matrix’i ise benim için çok ayrı bir yerde durduğu için bu listeye dahil etmedim.
Bu yapımların ortak noktası, yapay zekânın kontrolü ele geçirmesi ve ardından insanlıkla yaşanan bir çatışmayı konu almasıydı.
Peki gerçekten yapay zekâ bu kadar “zeki” mi?
Şu an hayatımızı tehlikeye atacak bir seviyeye ulaştı mı?
Bu soruların cevabını, yapay zekânın kurucuları olarak kabul edilen bilim insanları veriyor.
YAPAY ZEKA'DA ÖNEMLİ VİRAJ
Yapay zekâ alanının önde gelen isimleri, sınırsız gelişim olarak görülen bu evrende ciddi bir sınıra gelindiğini, hatta büyük bir duvara çarpıldığını açıkça ifade ediyor.
Ilya Sutskever’in bir konferansta söylediği şu sözler durumu net biçimde özetliyor:
“Yapay zekâ verilerle büyür. İnternet sonsuz değil. Yapay zekâ, 2015’ten bugüne kadar erişebildiği tüm verileri tüketti ve sona geldi.”
Yani işin Türkçesi şu:
Yapay zekâ, izinli ya da izinsiz, internetteki milyarlarca veriyi depolayarak öğrendi. Peki bir insan gibi düşünebiliyor mu?
Bu soruya Meta’da yıllarca çalışan Yann LeCun net bir cevap veriyor:
“Yapay zeka dünyayı anlamıyor. Sadece rakamlarla, kendisine verilen verileri bir makine gibi yorumluyor. Yardımcı olarak kullanabilirsiniz ama yaptığınız işin merkezine koymayın.”
PEKİ HER ŞEY BİTTİ Mİ?
Hayır, elbette değil.
İnsanlık artık bu “yapay zeka rüyasından” uyanmış durumda. Şimdi hedef, yapay zekâyı sadece veriyle değil, hayatın içine sokarak öğrenen bir yapıya dönüştürmek.
Bir anlamda bebek gibi büyüyen, deneyimledikçe öğrenen, tepkileri değişen bir yapay zekâdan söz ediliyor.
Ancak bu çok derin, çok karmaşık ve şu an için hatalarla dolu bir alan.
Evet, gazetecilik dahil birçok meslek yapay zekâdan faydalanacak.
Ama asla merkeze koyamayacak.
İnsanlık, elindeki veriyi ve kaynakları ne kadar hızlı tüketebildiğini defalarca gösterdi. Yapay zekâ da bu zincirin sadece bir halkası.
LLM’ler gelişmeye devam edecek, iyi birer destek aracı olacaklar. Ancak filmlerde izlediğimiz o distopik sahneler için önümüzde hâlâ çok uzun bir zaman var.
Yapay zekâ güçlü bir yardımcı olabilir…
Ama direksiyona geçmesi için henüz erken.