TBMM
gündeminde olan bir düzenlemeyle, ‘’borçlu tarafından yazı ile talepte
bulunulması şartıyla, hacze konu
olacak taşınmaz mallar için tapuda, taşıtlar içinse araç sicil ve tescil veri
tabanında amme alacağına ilişkin şerh
konularak borçlunun söz konusu malları satması halinde, noterler veya tapu
müdürlükleri vasıtasıyla, satıştan elde edilen ve devlet bankasına yatırılan
bedelden öncelikle amme alacağının
ilgili kurumun hesabına tahsil
edilmesi’’ amaçlanmaktadır.
Finansman
ve kamu borçlarına, devlet eliyle düzenleme getirilmesiyle, işletmeler, arada
bir, nefes alabilmektedir. Gerçek ve tüzel kişilerin sabit kıymet ve nakil
vasıtalarına, icra yoluyla el
konulması, taşınır varlıkların yediemin deposuna / garajına aktarılıp yıllarca orada atıl kalması, ivedi düzenleme bekleyen bir konudur.
Milli servet, depo ve garajlarda çürümeye terk edilmektedir. Bu haliyle
mevcut borcun üzerine bir de muhafaza maliyeti yüklenmektedir; bir yandan muhafaza
maliyeti işlemekte diğer yandan el konulan malların ne borçluya ne de alacaklıya
bir faydası olmamaktadır. Sözde muhafaza amacıyla depo ve
garajlara giren varlıkların, aynı bütünlük
ve mali değerle geri çıkmadığı da malumdur.
Aracın
üzerine yasal kısıtlama getirdikten sonra trafikten
men etmek niyedir? Üzerindeki kısıtlama ile satılamaz ve devredilemez
durumdaki araca yakalama kararı ile
ne elde ediliyor? Hemen satışı yapılacak olsa problem yok, en azından borca
mahsup edilmiş olur. Trafikten men ettirenin, 1-2 ay gibi, tanımlanacak en kısa zaman diliminde satış
işlemlerini yerine getirmesine dair yasal düzenleme mutlaka yapılmalıdır. Süreç,
tarafların keyfiyetine
bırakılmamalıdır.
Bu
konunun bir diğer dramatik tarafı ise MTV;
aracınız devlet eliyle trafikten men ediliyor, yediemin garajında çürümeye terk ediliyor, gel gör ki MTV
tahakkuk etmeye devam ediyor ve mükellef bu borçları da ödemek zorunda kalıyor.
Araç yok ama vergisi var.
Borca
istinaden el konulan varlıklar, hem ekonominin dışına itilmekte hem de olanak
varsa kaynak bulma aşamasında satışa
veya teminata konu edilememektedir. Borçlunun
elini kolunu bağlayıp, çalış borcunu
öde ama varlıkların da o süreçte depoda / garajda çürüsün gibi bir tezat
oluşturulmamalıdır. Kimse; bile, isteye düzenini
bozarak, varlıkları icra takibine
konu olsun diye yatırım yapmamaktadır. İyi
niyet ve dürüstlük ilkesiyle, imkan ölçüsünde olsa, zaten mevcut borç
ödenecek, ödenemeyen bir borcun üzerine ilave maliyetler yüklemek acz içinde olan borçluyu daha da zora
sokmaktadır.
Türk
Ticaret Kanununa göre her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket
etmesi gerekir. Kanun ile tanımlanmış bir basiret çerçevesi yoktur ancak yargı
kararlarında tanımı yapılan farklı içerikler mevcuttur. Ülkemiz ve dünya
ekonomik koşullarındaki öngörülemez değişkenlik,
daralma, kamu ve özel sektör alacaklarının vadesinde tahsil güçlükleri ve
benzeri daha birçok etkenle, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin hem
kamu hem de özel sektöre karşı yükümlülüklerini yerine getirmekte aksaklık
yaşaması son derece olağandır. Bunca tahmini
güç değişkene maruz kalan birine, basiretli iş adamı gibi hareketle hepsini
öngörüp, önlemini ona göre alman gerekirdi demek, adilane değildir. Zira hiçbir basiretli iş insanı, -kolay kazanmadığı- malının zayi olmasına razı gelmez.
Alacaklı
ve borçlu tarafların hak kaybını önleyecek içerikte bir düzenlemeyle,
halihazırda ekonominin bütününe de olumsuz yansımaları olan bu mağduriyetlerin,
köklü bir yasal düzenleme ile
ortadan kaldırılma zorunluluğu vardır.
Kanun teklifine konu gerekçe içeriğinin genişletilmesi
ve benzer şekilde özel sektör
alacaklarına yönelik de İcra İflas
Kanununa uyarlama yapılması hususu değerlendirilmelidir.
Varlıkların,
uzun süreler atıl halde depoda bekletilmesi hem işletme hem ülke ekonomisine büyük yüktür. İcraya konu olan şeyler için makul bir süre sınırlaması
getirilmelidir, yasada tanımlanacak süre içerisinde, alacaklı tarafından satışı
istenmezse üzerindeki kısıtlama ve rehin kaldırılarak borçluya iade edilebilmeli ya da icra müdürlüğü
tarafından resen satışı gerçekleştirilebilmelidir.
Takibe konu varlıklar, üzerine konulacak şerhin ardından borçlunun kullanımına bırakılabilmelidir. Dürüst ve iyi niyetli işletmelerin, çalışarak borcunu ödeyebilmesi sağlanmalıdır. Kötü niyetli olanın,
zaten ne şahsı üzerinde mal vardır ne de işletmesinde. Bu ayrım, kamu ve finans kurumları tarafından dikkate alınmalıdır.
Kapsamlı
bir düzenlemeyle, zora düşmüş olan gerçek ve tüzel kişileri ekonomi dışına itmek yerine ekonomiye geri kazandırmak, sermayenin sürekli el
değiştirmesini de önleyecektir. Bir sorunu çözmeye yönelik düzenleme, başka bir mağduriyet yaratıyorsa, ülkece
ekonomik olarak aynı kısır döngüyü yaşatmaktan öteye gidemeyiz.