İlgili
mevzuatında tanımı yapılan mahsuplaşma, idare, mükellef ve konu yönünden
sınırlandırılmıştır. Buna göre idare tarafından fazla tahsil edilen ve kanuni
sebeplerle reddi gereken kamu alacakları,
mükellefin reddiyatı yapacak kamu
idaresine olan muaccel borçlarına mahsup edilebilmektedir.
Prim borçları, katma değer vergisi iade
alacağından veya nakden ödenen geçici verginin mahsubu suretiyle
ödenebilmekteyken, tevkif edilen
vergiler, bu mahsuba konu edilememektedir; yıllara sari taahhüt işlerinde, temelden
başlayarak, kesin bu işten kar edilecek zannıyla, peşin kesilen vergiler, yıllarca
hiçbir getirisi olmadan bloke edilmekteyken yüklenicinin en küçük borcu gecikme
zammı ile cezalandırılmaktadır, işin sonunda da doğmuşsa vergi iadesini, yani
kendi öz alacağını, kolayca geri alamamakla birlikte prim borçlarına da mahsup edememektedir. Bu gibi hallerde,
mükellef, kamu borçlarına uygulanan gecikme zammının, tevkif edilen vergi ve
diğer alacakları için de uygulanmasını beklemektedir.
Reddiyata
konu borç da mükelleften olan alacak da sadece
kamu hukukundan doğanları kapsamaktadır. Özel hukuk ilişkisinden doğan bir
kamu alacağının devlete olan vergi ve prim borcu ile takası yürürlükteki
mevzuat çerçevesinde mümkün değildir.
Kamu
İhale Kanunu başta olmak üzere idareler ile firmalar arasında özel hukuk ilişkisinden doğan sözleşmeler
de bulunmaktadır. Kamu idarelerinin, özellikle, belediyelerin, sözleşme
kaynaklı ödeme yükümlülüğünü aksatması ve/veya mahsup işlemlerini usule uygun
yapmaması gibi hallerde firmalar zarar görebilmektedir. Herhangi bir idareden
hakediş alacağı bulunan firmanın kamuya olan borçlarının mahsubu yapılmadan
takibe ve/veya yapılandırmaya konu edildiği örneklerle karşılaşmaktayız. Bir
tarafta kesinleşmiş hakediş ve benzeri kamu alacağı biriken bir mükellefin
diğer tarafta borcunun temerrüde düşmesi büyük tezattır.
Hakediş ödemesindeki gecikmenin yanı sıra hakedişlerin mahsubu ve ödenmesi ile
teminatların prim ve idari para cezası borçlarına karşılık tutulmasına dair
usul esasların yer aldığı Yönetmelikteki mahsup
tarifinin tam manasıyla uygulanmıyor olması hem yüklenici hem de taşeron
firmaları mağdur edebilmektedir. Bir
firmanın, ihaleye katılırken o işe dair kaynak veya ödenek yetersizliği ile
karşılaşacağını öngörmesi beklenemez zira geciken hakediş ödemelerine, kaynak
yokluğu veya yetersizliğinin gerekçe gösterildiği haller, Kamu İhale Kanunu’nun
’’Ödeneği bulunmayan hiçbir iş için ihaleye çıkılamaz’’ hükmü ile
örtüşmemektedir. Sözleşmede yazılı sürelerde ödenemeyen hakedişler için sadece
süre uzatımı vermek yüklenicinin kaybını önlemekten uzaktır. Sözde, sözleşmenin
eşit haklara sahip bir tarafı olan firma, zarar gören taraftır.
Vergi
ve prim borçlusu gerçek veya tüzel kişiler, kamuya olan borçlarını, devletten
olan alacakları ile mahsup, takas ve kesinti yoluyla hesaben de kapatılabilmelidir.
Bu ödeşmede, idare ve konu ayrımı yapılmamalıdır;
kamu harcaması gerektiren mal ve
hizmet alımı ve yapım işleri Kamu İhale Kanunu kapsamındadır ve özel hukuk ilişkisinden de doğsa
ortada bir kamu hizmeti vardır.
Elektronik uygulamaların bu denli yaygın
olduğu bir ortamda, bürokratik işlemlerden arındırılan, idare, mükellef ve konu ayrımı yapılmayan bir entegre ödeşme sistemi
taraflara tahsilat güvencesi sağlamasının yanında gereksiz iş yükünü de ortadan
kaldıracaktır.
Bu yönde iyi bir modelleme, sınırlı olan ülke kaynaklarının doğru ve
yerinde kullanımına katkı olacaktır. Yapılacak düzenlemeler için işin
mutfağında olanların görüş ve önerilerine itibar edilmesiyle daha başarılı
sonuçlara varılacağını düşünmek de yanlış olmayacaktır.