Çite standart her alanda hayat buluyor. Kişilere göre
tavırlar, kararlar ve adımlar atılıyor. O kadar çarpık söylemler dile
getiriliyor, toplumun gerilmesine, tepki göstermesine neden olan bunlarla
ilgili karar vericiler sanki sıradan bir sorunmuş gibi yaklaşım gösteriyorlar.
Televizyon programına çıkıp, "15 Temmuz kursağımızda
kaldı. Vallahi yapamadık istediklerimizi. Boş bulunduk. Yanlış anlaşılmasın,
doğru anlaşılsın. Bizim aile şöyle bir 50 kişiyi götürür, onu söyleyeyim yani.
Biz çok donanımlıyız bu konuda, maddi manevi olarak. Ayaklarını denk alsınlar.
Bizim hala sitede var 3-5. Benim listem hazır açıkçası" diyen Sevda Noyan
hakkında mahkeme takipsizlik kararı veriyor.
Gel de buna şaşırma. Sorulmuyor ki, 50 kişiyi nasıl
götüreceksin, listende kimler var, ayaklarını denk almazsa ne olur diye? Korku,
panik saçan bu sözlerin sahibinin daha Atatürk’e karşı kullandığı saygısız sözlerde
de aynı kararlar alındı.
Büyük önder Mustafa Kemal ve silah arkadaşları sayesinde
bugün özgürce konuşan Sevda Noyan adlı kişi, 10 kasım günü "Bugün putları
kırma günü. Kendimize gelme günü. Bir ölümlü kuldan gel bizi kurtar diyenlere,
ibretle bakma günü. Bugün, hep o gün..." diye aşağılık sözleri dile
getirmekten imtina etmeyen bir kişi.
FETÖ’nün kanalında elebaşı Fetullah Gülen’e 17-25 Aralık
sonrası methiyeler dizen bu kişi hakkında verilen kararlar vicdanları
yaraladığını söylemek yanlış olmaz. Düşünebiliyor musun ülkemizin kurucusuna
hakaret eden, ölüm listesi hazırlayan kişi hakkında açılan davada kovuşturmaya
gerek yok kararı veriliyor.
Diğer taraftan sokak ortasında bir kadını döven kişiye
müdahale ederken ölümüne neden olan kişiye hapis cezası kesildi. 12.5 yıl hapis
cezası alan Kadir Şeker yine aynı olayla karşılaşsa müdahale ede
Hain örgütün bankasının, televizyonunun önünden geçti
diyerek insanların içeri tıkılıp vatandaşa korku salan, hain örgütün liderine
övgüler dizen kişi hakkında takipsizlik kararı verilip işlem yapılmıyor. Buna
çifte standart denilmez mi?
TARİKATLAR BAKANLIK VE BELEDİYELERDE
Ülkemizin en büyük sorunlarından biride tarikat ve
cemaatler. FETÖ’nün boşalttığı alanları başka tarikat yada cemaatlerin
doldurduğu yönünde dile getirilen düşünceler hiç dikkate alınmıyor. Daha dün
Sağlık Bakanlığı mensubu bir doktorun saygısız söylemlerine şahit olduk, aynı
kişinin görevinden uzaklaştırıldığını söylediler, ancak gerçek öyle değil, bu
kişinin doktorluk yapmaya devam ettiğini öğrendik.
Bu doktorun tarikat mensubu olduğu da ortaya çıktı ama
sözleşmesi feshedildi hakkında devlet büyüklerine hakaretten dava açıldı,
yakında onunla ilgilide takipsizlik kararı verilirse şaşırmayın.
İktidar partisine yakın olan Abdurrahman Dilipak
tarikatlar konusunda çarpıcı sözler paylaştı, bakanlıkların ve bazı
belediyelerin tarikat mensupları ile dolduğuna dikkat çekerek Diyanet İşleri
Başkanlığını göreve çağırdı.
Dilimizde tüy bitti Diyanet İşleri Başkanlığı’nın elinde
bulundurduğu görevi tarikat ve cemaatlerin çalmasına izin vermemeli demekten. Manevi
anlamda vatandaşın bilgileneceği, bilmediğini öğreneceği tek adresin Diyanet
olduğunu söylemekten biz yorulduk, ancak bu kurum duymamaya devam etti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarikat ve cemaatlere ihtiyacı
olmadığını kime sorsan söyler. Dinim adına söylemde bulunacak tek adres Diyanet
İşleri Başkanlığı olmalı. Artık bu kurum silkinip kendisine gelip siyasetin
boyunduruğundan kendisini kurtarıp asli görevini yapmalı.
Yüce Rabbime, Peygamberime inanan Müslüman’ın tek rehberi Kur’an’dır. O veya buna mensup kişilerin rehberliğine ihtiyacı yoktur, yeter ki Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş amacına uygun üstlendiği tarihi sorumluluğu yerine getirsin, yoksa tarikat ve cemaatlerin ülkemizin ve milletimizin geleceğini karartmasının yanı sıra güven duyulan Diyanet’in bile yerinde yeller eseceğini herkesin bilmesinde fayda var.