Elleri titriyordu genç kızın.
Simdi tanıdık birileri çıkıp geliverse ve ona, onun ismiyle
hitap etse yere yığılıp kalacak kadar zayıf hissediyordu kendisini.
Yüreğinin bir yanıyla, karşısında diz çökmüş ve biraz önce
keskin bir bıçak darbesi ile yüzünde açılmış derin yarasını sevinçle karşılayan
genç adama, yüreğinin diğer yanıyla ise dağlardan aka aka tıpkı bir akarsu gibi
vadiyi dolduran bulutlara bakıyordu.
Baktıkları gördükleri ile ayni olsa idi eğer, simdi yasama
sebebi saydığı, sevdiği ilk ve son erkeğin güzel yüzünde o kirik, o hüzünlü
bıçak yarasını açan kendisi olmayacaktı elbette.
İki dağin ortasından akıp giden Gelevere deresinin kenarında
yaşanan bu ıstıraplı anlar için bir şeyler yazma cesaretini bulabilirdi
kendisinde.
Ama Gelevere deresi bizleri kendisine çağırıyordu yüzlerce
binlerce fersah ötelerden…
Ask bir kadının mimiklerinde buluvermek mi tanrısal gücün
kendisini.
Ask birine seni seviyorum diyememek midir ,acılar içinde
kendi kendini yiyip bitirirken…
Gelevere deresi elifin çığlıkları içinde Hasan’ın yüzünün
kesilmesine şahitlik yapıyordu ve akıntısının değdiği her tastan ninni sesi
gibi bir türkü duyuyordu sadece duyabilenler.
Koy verdin gittin beni oy..
Yüzünden silinmesin bıçağımın yarası…