“Önce İstanbul’da hikâyeci olarak ünlenen, ardından
Trabzon’a taşıdığı bu kimliğini adeta unutup tüm yaşamını basına veren bir
gazeteci…
Dahası sanatçı-gazeteci-yazar…
Kıyı Dergisi’nin kurucusu.
Türksesi Gazetesi’nin sahibi.
Adı ile bütünleşen “Oltaya Vuranlar” köşesinin yazarı.
Trabzonspor’un kurucularından spor adamı.”
*
21 Mart 2020’de aramızdan ayrılan gazeteci-yazar Hikmet
Aksoy’un kaleminden başkanlığını yaptığım dönemde TGC tarafından 1997 yılında
yayınlanan “Kırmızı Paçalı Güvercin” kitabına bahis edilen Ziyad Nemli için
önsözün girişindeki kısa tanıtım böyle başlamıştı.
Devamı var.
Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Başkanı.
Oltaya Vuranlar köşesini bir müddet de Karadeniz Gazetesi’ne
taşıyan usta.
Son olarak da 30 Ağustos 1990’da vefat eden has Trabzonlu…
Benim için de ayrıcalığı başkanlığındaki cemiyette uzun süre
yönetim kurulu üyesi olarak kendisi ile çalışmış olmanın verdiği kazanımlar…
*
Ve de 1991’den beri Trabzon Gazeteciler Cemiyeti’nin,
1991’den itibaren Ziyad Nemli adına verilen Büyük Ödülü’ne de 2021 yılı için
lâyık görülmüş olmak…
Ziyad Nemli ile aynı çatı altında, aynı mesleği icra edip,
“Ölüm acı, ölüm korkunç, ama kaçınılmaz son olması bizi ufuksuz kanatları
altında barındıran tek avuntu”
satırlarını yazdıktan sonra göçüp gitmesinin ardından, adına konan
böylesi bir ödülle onurlandırılmak…
Mesleğini yaşam biçimi haline getirmiş bir fani için bundan
daha güzel ne olabilirdi ki?
Yaşarken her türlü beşeri güzelliklerimize katkısı olan
Ziyad Nemli’ Ödülü’nü kazanma ile böylesine haslığa bizi lâyık görenlere
minnettarım…
*
Öyle veya böyle 30 Ağustos’ta vefatının üzerinden 32 yıl
geçmiş olacak Ziyad Nemli’den kelâm eyledik, 1960’da yazdığı satırlardan alıntı
yaparak devam edelim:
“Memleket bilinmezse sevgiler inandırıcı olmaz. Memleket ve
millet görülüp tanınmazsa yapıcı zihniyet sallantıda kalır. Bizim geri ve
yoksul kalışımızın nedenlerinin başında yetiştirdiğimiz aydınların
memleketlerinden halk yığınlarından anlaşılmaz bir inat ve ısrarla kopmaları
gelir.”
Yenigün Gazetesi’nde 1966’da çıkan yazısındaki; “Biz nedense
sanata ve sanatçıya sahip çıkmayı bilmiyoruz. Bu eksiğimiz, kusurumuz bizim”
satırları da hatırlattıktan sonra 1967 yılında TFF ile ilgili olan, ama sanki
bugünü anlatan tespiti ile tamamlayalım:
“Türkiye’de prensipler, kaideler ciddiyet ve halk duygusu
ile uygulanmadığı için meselelerin çözümü gelip gelip baştaki adama dayanıyor.
O baştaki adamın tutumuna göre işler ya doğru ya sakat
yürür.
Türk futbolu da bu keyfilikten, bu laubalilikten yakasını
kurtaramadı.
Futbol Federasyonu başkanlığı koltuğunda Orhan Şeref Apak oturduğu müddetçe de Türk futbolundaki bozuk düzen sürüp gider.”