İki hafta öncesindeki satırları, insana; “Ne olursan ol yine
gel” davetini aklın süzgecine fazla esir eylemeden yapan gönül ereni Mevlâna
Celâleddin Rûmi’nin Konya’daki türbesi ve civarındaki yapılar ile ortamın
muhteşemliğinden esinlenerek kaleme almıştık.
Konya’nın hem tarım ve enerjinin öncelikli sektör haline
gelmesi ile ekonomik kalkınmasını, hem de Mevlâna felsefesine gerçek anlamda
dayandırmaya başladığı hoşgörülü yaşam tarzı ile insani ve kültürel
ilerlemesindeki ivmeden sitayişle söz eylemiştik.
Geçen hafta ise kısaca “Her gelenin kabul edildiği
sofraların” diyarı Hazreti İbrahim’in Urfa’sının aynı şekildeki kalkınma
hareketine şahitlik eyledik. Konya’nın Çatalhöyük, Urfa’nın ise Göbeklitepe ile
insanlık tarihinin en eski yerleşim yeri olma adına tıpkı Trabzon gibi (!)
yıllardan beri yaptıkları tarihi toprak üstüne çıkarma çabaları takdirde değer.
Ama kanaatim odur ki kalkınma hareketini bir bütün kabul edip, bunun da
sosyolojik ve kültürel kurallarını insani baskı altına almadan koymada hatırı
sayılır bir hıza erişen Konya ile Urfa’nın ekonomi deki büyük sıçrayışlarının
temelinde devasa ovalar ve yenilenebilir enerji kaynakları yatıyor.
Hele hele Fırat ve Dicle arasına yayılmış Mezopotomya
topraklarının başkenti Urfa’da halis toprak derinliğinin yer yer 15-20 metreye
çıktığı uçsuz bucaksız arazileri yok mu!
Gerçi Anadolu topraklarında her yerin ayrı bir güzelliği
var. Ama önemli olan bu tabi güzellikleri “kendi doğrusundan başka doğru
tanımama yobazlığının” tahakkümünden kurtularak insan ile birleştirebilmek, bir
araya getirebilmek.
Konya’nın Mevlana’nın türbesinin yanı başında gece yarısına
kadar, zaman ve mekân tanımaksızın akıp giden insan hareketi ile elindekileri
tarihi ve doğal güzellikleri nasıl değerlendirdiğini anlatarak iki hafta önce
paylaşmıştık.
Urfa için kıssadan hisse hesabı ile ne yazalım?
“Peygamberler şehri” olarak da adlandırılan Urfa’nın
Balıklıgöl olarak da bilinen buram buram tarih kokan kesiminde gece yarısı
yerli yabancı yüzlerce kişi ile yürürken yanımdaki İsmail Hakkı Atasoy’a, “Müzik
sesleri nereden geliyor?” diye sorduğumda aldığım, “Her yönden. Her yerden. Her
köşeden” cevabı şimdilik yeter mi?
Tıpkı Trabzon’daki gibi değil mi!
Hele hele in cinin top oynatıldığı, baykuşlara tünek yapılan
Ortahisar’ın tarihi kesimi gibi…
TRABZON-URFA’YA…
O ki başımıza puşi bağlayıp, sıra gecesinde de “Urfalıyam
ezelden, gönlüm geçmez güzelden” türküsünü de terennüm eyledik, muhabbet
yaptığımız, iki kelâm eylediğimiz hemen hemen herkesin, “Neden bir saatlik mesafedeki Trabzon ile Urfa
arasında uçak seferleri yok?” sorusunu yönelttiğini de aktarmaz isek eksik
bırakmış oluruz. “Ne kadar süre ile?” diye sorduğumuz da üstüne basa basa ifade
edilerek aldığımız cevap ise aynen şu oldu:
-“Karşılıklı olarak siz söyleyin 5, biz diyelim 15. Ama
bilin ki, sizden geleceklerden daha çok, bizden Trabzon’a gelecekler olacaktır.
Buraya gelen Araplar, Ortadoğu ülkelerinden olanlar direkt uçuş bulabilseler
2-3 günlüğüne bile Trabzon’a gelip, kalıp dönerler.” Kamuoyu adına görev
yaptığımız için, bizden aktarması, hatırlatması