Seyranlığa dönüşmüş, azımsanmayacak bir kesime de “Bayram
gelmiş neyime, kan damlar yüreğimi” dedirten bir bayramı daha idrak eyledik!
Eyledik eylemesine de, yaşananlara bakınca bugünlerin, “Bize her gün bayram”
mecazında kabul edilen bir zaman dilimi haline dönüştüğü de acı bir gerçek
değil mi? Ama ne hazindir ki, “En kötü gerçeğin, en güzel yalandan iyi
olduğunu” bir türlü anlamayan, anlayamadığı için de kabul etmeyen, edemeyen, bu
nedenle de kendi kendini bile kandıran bir ümmet anlayışı ile rüzgârın önüne
katılmış, yuvarlanıp gidiyoruz!
Misal mi?
Zaman, bayram öncesi arife günü. Yer cuma namazı.
Hani şu “Arifede yalan söyleyenin bayramda yüzü kara çıkar”
diye tarif edilen gün var yaa! Hah işte o gün!
Cuma’yı kıldıracak hoca minber de, kurbanın hikmetlerinden
bahis eyleyip, inananların mutlaka o anları ve hazzı birebir, canlı yaşaması
gerektiğine işaret edip, bir yerlere bağış yaparak yerine getirme şeklinin
kurban ibadetinde eksiklik yarattığına dikkat çektikten son bölümde
“Kurbanlarınızı Diyanet Vakfı’na bağış edebilirsiniz” demez mi? Sanki orası
vekâletli kesim değil de, yüz yüze, canlı idrak şekli imiş gibi! Yani, “Buraya
verirsen iyi, oraya verirsen olmaz!” anlayışı!
Arifeyi geride bıraktık, sabah bayram namazı için camiye
doluştuk! “Doluştuk” dediysem “Arsin Merkez Ulucami’nin içi tamamen doldu da,
geçmişte olduğu gibi cemaat dışarıya da taştı” sanmayın! Caminin üst kısmı
nerede ise tamamen, alttaki asıl yerin de arkası boştu. Nasıl boş olmasın ki?
Arsin Sifla köprüsünden, Arsin Organize Sanayi Bölgesi’ne
kadar olan 3.5 km’lik sahil bandı kesimde tam tamına 7 cami var. Yani 500
metrede bir cami. Bilindiği gibi camiler de, bir araya gelerek, cem olmak,
böylelikle de cemaat oluşturmak için kurulan ibadethanelerdir. Ama gel gör ki,
bayramdan bayrama bile birbirini görüp, hasbihal edip, helâlleşecek bir
cemaatin bile oluşmasını engelleyen bir cami inşası furyasıdır gidiyor!
Ezcümle, İslâm’ın insanlar için “cem olma ile cemaate varma” felsefesine aykırı
bir ümmet ve cami kurma zihniyeti! Camiler böyle de cemaat nasıl mı? Onu da
imamdan öğrenelim.
Namaz öncesi imam, “Kurban 3 kısma ayrılmalı. Birinci kendine,
diğeri ihtiyaç sahiplerine, öbürü de konu komşu, ailece yemeye içmeye” dedikten
sonra “kıssadan hisse" almasını bilenler için bir örnek verdi: “Adam
kurban kesiyor. Çevresine, komşularına
ihtiyacı olanlar var mı? diye bakmıyor.
Bu da yetmezmiş gibi alt katında oturan ve de kurban kesememiş komsusunu
arayıp şöyle diyor: -Bizim derin dondurucuda yer kalmadı. Senin dolabın
buzluğunu kullanabilir miyiz?”
Bu onlarca yanlışı yapan, kendini ümmet sayan milyonlardan
sadece bir örnek. Oysa, Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de “Unutmayın ki, o
kurbanın ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Sizden Allah’a ulaşacak olan
tek şey takvânızdır” (Hac Suresi-37) diye buyurduğunu hocalar her bayram namazı
sonrası, kurban kesimi öncesi hutbeden inmeden hatırlatmıyorlar mı?
Hatırlatıyorlar hatırlatmasına da, ümmet dini bir terim olan takvanın, “Dinin
emir ve tavsiyelerine uyma, haram ve günahtan kaçınma hususunda gösterilen
titizlik” anlamına geldiğini bilmiyor ki? Anlamı bilinmeyenle anlamak ve amel
eylemek de mümkün olmadığına göre!
Diyeceksiniz ki; “Marketlerin raflarında bile kilo ile
kurbanın satılmasıyla da takvaya ulaşılabildiğine kılı kıpırdamayan devlet ile
diyaneti söz konusu. Sen neden dem vuruyorsun?”
Ne diyeyim? Haklısınız.