“Rezaleti marifet olarak basına da
yansıtmışlar. Bu ülkenin kaderi hep içeriden vurulmaktır.” ben diyeyim “teşhisini”, siz söyleyin
“tepkisini” sosyal medya üzerinden almamış olsam “fındıkla yatıp kalkan” ben
bile garabetin farkında olmayacaktım.
Söz konusu fındığın kendisi değil, kelimesi
dahi olduğunda demeç üstüne demeç patlatan ziraat erbabının da farkına
varmadığı gibi!
Hani şu dünyanın öbür ucundaki Şili’de,
Amerika’da, Japonya’da fındık yetiştirilmeye kalkanlara, Türkiye’ye rakip
oluyor diyerek ateş püskürenler var ya! Hah işte onlardan dem vuruyorum!
Oysa en yakınımızdaki, yanı başımızdaki
rakiplerimizden iki Gürcistan ile Azerbaycan değil mi?
Hatta Türk fındığına sahip çıkmayı sadece lâf
üretmekten ibaret sayanlar, fındık fidanları bu ülkelere kaçırılıyor diye
kıyameti koparmıyorlar mıydı?
Kaçırmaya gerek kalmıyor ki!
Adamlar heyet halinde ülkemize geliyorlar,
devletin resmi kuruluşları ile üniversiteler onlara kucak açıp her türlü
bilgiyi verip, yardım sözünde bulunmuyorlar mı?
İşte Azerbaycan’dan Samsun’a gelen ve de
amaçları basına da yansıdığı gibi; “Fındık sektörünün gelişmesi ve
sürdürülebilirliğinin geliştirilmesi, arttırılması” olan heyet ile ilgili
haberler.
Fındık üretimi geliştirip arttırarak dünya
piyasalarında rakibimiz olmaya çalışan Azerilere, bilimsel verileri, bilgi ve
birikimi, bahçelerimizi, hatta fabrikalarımızı açarak, niye destek oluyoruz ki?
Hani “Azerbaycan kardeş” diyenler olabilir!
Ama halk arasında bir söz vardır; “Kardeş
kardeş ama minzi para ile” diye!
Ne denir?
Ne diyeyim?
Bir bunlara kucak açanlara, çanak tutanlara
bak!
Bir de fındıkla ilgili çanaktaki son
kırıntıları bile yalayarak habire konuşanların suskunlarına!
SALKIM YUTARKEN, TALKIN VERENLER!
Atalarımız “Ele verir talkını, kendi yutar
salkımı”, yani “Başkalarına verdiği öğütlere kendisi uymayan” anlamına gelen darb-ı meseli boşuna
söylememişler!
Asırlar öncesinden, dünya için
haktan-hukuktan, ahiret için de helâlden-haramdan dem vuranların, ama tersini
yapanların olacağını söylemişler.
Bu gibi örnekler tavandan-tabana o kadar çok
ki!
Meselâ, hiçbir iş yapmadan yetimin hakkı
bulunan kamu malından, yani devletten maaş-ücret, Türkçesi para-pul alırken, kendilerini
unutarak başkalarına lâf edenler!
Hani şu görevleri sadece “Her ay düzenli
olarak bankamatikten para çekmekten” başka bir şey olmayanlar!
Kendilerini olduranlar için de kraldan fazla
kralcı kesilerek utanmadan sıkılmadan kıyıda kenarda değil, basın-yayın
araçlarını kullanarak, cümlenin gözü önünde ahaliye akıl vermeye, yanlışı doğru
diye göstermeye çalışanlar!
Mevlâna’nın, “Lâfa bakarım lâf mı diye.
Söyleyene bakarım adam mı diye.” Sözlerine açık örnek teşkil eyleyenler!
Ezcümle; “Bal tutan parmağını yalar” diyerek,
“Devlet malı deniz, yemeyen domuz” misali olduklarının farkına varmayanlar!
Hiç değilse, aynaya bakın da susun!
Bankamatiklere de kimse görmesin diye gece yarısından sonra gidin!