Hayatta yaşadıklarımızın altını çizdiğimizde, bize kalana
tecrübe diyoruz.
Başta kadın hareketi olarak çıkış yapan İyi Partinin
kuruluş felsefesi, adeta kadınlar için bir göz aydınıydı. Başlangıçta İyi Parti, kadın ve erkeğin eşit
şartlarda, sahada çalışmasını öngördü. Erkek egemen siyaset yapısına dur
diyecek bu siyaset yapısı, siyaseti düşünen kadınlar için, bir motivasyon
kaynağı olmuştu.
Ama Genel Başkan Meral Akşener’in etrafı, kendi isteği
ile erkekler tarafından bir duvar haline gelince, kadınlarla olan temas ve
kontakta bu şekilde kopmuş oldu. (Göstermelik birkaç kadın dışında)
Kadınlarla hiçbir şekilde mesafe alamayan Akşener, öyle
ki başta erkeklerle eşit şartlarda sahada çalışmayı öngördüğü kadınlara, ikinci
olağanüstü kongrede ve tüzük oylamasında kadın kollarını kurmayı reva gördü ve
onay aldı. Ve kadınları, kadın kolları ile sınırlandırdı.
Kadının sosyal hayattaki değişimi, kazanımı ve yeri ile
ilgili gelişme, maalesef kadın bir lider tarafından da sağlanamamıştır.
Siyasette kadının morali ve motivasyonu, bu sayede sadece
erkek siyasetçiler tarafından öte, birde kadın bir Genel Başkan tarafından da
bozulmuş oldu.
Oysa ki cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde, Akşener’i
aday göstermek için 100.000 imza kampanyası için, en çok çalışan kadınlardı.
Partinin temeli, maalesef çıkar temelli bir birliktelik
üzerine kurulmuştu.
Prensi Buğra Kavuncu’yu, İstanbul için İl Başkanı olarak
aday gösterdiğinde de birçok milliyetçi ve ülkücü dostuna, yoldaşına elveda
dedi, bile bile…
Bugün eğer insanları, bazı özellikleri sebebi ile,
kendinden olanlardan ayıran ve eşit davranmayan hatta görmeyenler, bence Türk
milliyetçiliğini temsil edemez.
Prensin gelmesinden sonra, gördük ki fırsatlardan
istifade edenler, her daim ön planda oldular. İyi Partiyi kuranlar, İstanbul
ili kuranların çoğunun, neden dışarıda bırakıldıklarını, sanırım daha iyi
anlamış oldunuz.
Oysa
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Akşener, hezimete uğradığında, Genel Başkanlığı
bırakacağını söylediğinde, Beylerbeyinde ki (kendisine göre mütevazı) evinde,
kapıda kendini zincire vurup gitme diyenler, çeşitli illerden otobüs tutup gelenler,
ülkücü ve milliyetçi arkadaşları ve kadın destekçileriydi.
Hayatımız boyunca, karşımıza çıkan seçeneklere, bizler
karakterimizle karar veririz. Ama işler istediğimiz gibi gidince de buna kader
deriz.
Oysa tüm bu olanların hepsi, Sayın Akşener’in seçimlerinin
sonucudur. Bir başkasına, tüm bu olanları yüklemek ya da yeltenmek, abesle
iştigal bir durumdur.
Sahip olduklarımız, kıyamadıklarımız, kolladıklarımız ve
kayırdıklarımız olunca, onların bir bir elimizden kayıp gitmesini izlemek, işte
böyle hüzünlü sonlanıyor…
Meral Akşener “Türkiye ağır bir grip hastası olmuş. Her
yeri ağrıyor. Eklemleri, başı vs. Ama tedavisi var. Oda birlik, beraberlik ve
dayanışmadan geçer” demişti, demesine de ama huzuru esas bozan kimdir,
kimlerdir Sayın Akşener?
Yaralar iyileşir iyileşmesine, ama yeter ki kalp yarası
olmasın. Bir şeylerin işleyişini ve varlığını sürdürmesi, kalbimizin ve
yüreğimizin atmasıyla alakalıdır. Demek ki onca kalp kırıklığı yaraların
iyileşmesine, mâni oldu.
Cenap Şehabettin’in çok anlamlı bulduğum bir sözü var,
der ki “yüksek makamlar, yüksek tepeler gibidir. Koşarak çıkanlar nefes darlığı
çeker” söz ortada, demek ki neymiş, söz konusu millet, vatan ise ve
yanlışlıklar var ise, onurunla bırakmak gerek.
Aslında her şey ordunun emekli amirallerine, zavzek
demekle ve Güneydoğu’da bir esnafın “Kürdistan” konuşmasında, Akşener’in sessiz
kalmasıyla başladı, bu durumda ise, Akşener’in, oğlunun danışmanlığında
nerelere geldiğini, hep beraber görmüş olduk.
Kadınlar hareketi olarak başlayan bu siyasi akım, kadının
hareketine dönüşünce, işler böyle sarpa sardı. Yalnızlığı tercih edenler,
siyaset sahnesinden de yalnız başına gider.