O, saati sordu.
Paşalar: "Üç" dediler, Sarışın bir kurda
benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
Bıraksalar İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve
karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.(NH)
Kim ne derse desin,26 Ağustos’ta başlayıp 30 Ağustosta elde edilen
zaferi; tarih, kendi sayfalarına altın harflerle yazdı. Çünkü yok olmuş bir
devlet, bitirilmiş bir ordu ve umutsuz bir toplumun küllerinden yükselen,
sönmez bu alevi inkara kalkışmak; tarihin gerçeklerini inkar etmektir. Daha
doğrusu bağımsızlık, özgürlük düşmanlığıdır.
Belirlenen savaşın günü, Ankara’daki diplomatik çevrelerden,
gazetecilerden gizlendi. Başkumandan gizlice Akşehir’e gitti. Sözüm ona, o
akşam Çankaya’da bir çay ziyafeti verilecekti.
Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Garp Cephesi Kumandanı İsmet
İnönü, 1. Ordu Kumandanı Nureddin Paşa, 2. Ordu Kumandanı Yakup Şevki Paşa,
Başkumandanla Akşehir’de birlikteydiler.
Tüm dünya ulusları, aylarca hazırlık yapan Yunan ordusunu aşmanın
zor olacağına inanmıştı.
Ama gece sabaha (5.30)karşı başlayan top atışı ve peşinden
gelen hücum emri ve Yunan tümenlerinin kısa zamanda çembere alınışı, ordumuza
moral vermiş, karşı tarafın ise paniklemesine neden olmuştu.
Peşinden Eskişehir’deki işgal güçlerine saldırı ve tüm
cephelerde ani hareket, beklenmedik çabuklukla zaferin müjdesini vermişti.
Aslında başarılı bir asker olan Yunan Başkumandanı Trikopis
ve karargahı, 2 Eylül’de Uşak’ta esir alındı.
Bu savaş, diplomalılar savaşıdır.
Askere çağrılan eli silah tutan insanların %40’ı askerden
firar etmişlerdi. Geri kalan ordu ise Balkanlarda, Birinci Dünya Savaşı’nda yorgun
düşmüştü. Mondros Ateşkes antlaşması, Sevr paylaşımı Anadolu insanının moralini
sıfıra indirmişti. Ama Samsun’dan bir güneş gibi doğan ve Amasya’dan dünyaya
meydan okuyan bir lider ortaya çıkmış ve toplumun üzerindeki ölü toprağını
silkelemişti.
Kurtuluş Savaşı’nda gönüllü olarak cepheye koşan üniversite
ve lise öğrencileriyle onların öğretmenlerinin varlığı, Zafer’de iz bırakmıştır.
Ne yazık ki Kurtuluş Zaferi’ni içine sindiremeyen kapitalist
ülkeler ve onların yerli işbirlikçileri, aynı kinlerini bugün de devam ettirmektedirler.
Tarihin gerçeğini silmeye çalışmaktadırlar.
Bu kesin zaferden sonra Mustafa Kemal Paşa, saldırı emrini verişini
şöyle anlatır:
“Ben, birkaç gün sonra yola çıktım. Gidişimi, belirli birkaç
kişiden başka bütün Ankara’dan gizledim. Benim Ankara’dan ayrılacağımı
bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Dahası, benim Çankaya’da çay
şöleni verdiğimi de gazetelerle yayımlayacaklardı.
Bunu elbette o zamanlar işitmişsinizdir. Trenle gitmedim.
Bir gece otomobille Tuz Gölü üzerinden Konya’ya gittim. Konya’ya gidişimi orada
hiç kimseye telle bildirmediğim gibi Konya’ya varır varmaz telgrafhaneyi
gözaltına aldırarak
Konya’da bulunduğumun da hiçbir yere bildirilmemesini
sağladım.
20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat dörtte Batı Cephesi Karargâhı’nda,
yani Akşehir’de bulunuyordum. Kısa bir görüşmeden sonra, 26 Ağustos 1922 sabahı
düşmana saldırmak için Cephe Komutanına buyruk verdim.”
Bize bu ülkeyi yeniden armağan eden erinden komutanına kadar
ve omzunda mermi taşıyan, kağnısı ile cepheye koşan annelerimize, bacılarımıza,
bu ülkenin gerçek vatansever insanları minnettardır.
Ruhları şad olsun.