Ülkemizin yığınla sorunları arasında kaybolup giden bence en
önemli olaylardan biri olan kadın cinayetleri bitmek bilmiyor, dünyada
kadınlara karşı yapılan şiddetin belki de en fazla yaşandığı ülke Türkiye.
Uzaklaştırma alan, kafası kızan, kafayı yapan, kadınlara saldırıyor canlarına
kıyıyor, bunlar yetmezmiş gibi çıkıp zırvalıyorlar.
Kadın cinayetleri bir türlü bitmek bilmezken aklıma Diyanet
TV’de Din İşleri Yüksek kurulu Üyesi İdris Bozkurt’un, “Pantolon dediğimiz
şeyler daracık şeyler oluyor. Hele hele kadınlarımızda. Toplumun huzuruna
onunla çıkmak kabul edilir bir şey değil” ifadeleri geldi. Arkadaş konu
kadınlar oldu mu ortaya çıkıp fetva veriliyor, ülkemizde yaşanan yığınla sorun
ile tarikatlarda her türlü çirkinlik yaşanıyor bu tiplerin çıtı çıkmıyor.
Bakın kadın ve erkek nasıl tarif edilmiş önce okuyun, sonra
sizi bugün dünyaya getirenin kim olduğunu bir düşünün.
Kadın ve erkek. Tek kromozom farkı, ama kesilince damarı
akan kan aynı kırmızı, şiddet görünce yanan can aynı can, aldatılınca acıyan
ruh aynı, karaciğer, akciğer, mide, göz, enzimler, hormonlar aynı, anatomik
fark mı yücelten, diğerini değersizleştiren, kim verdi bu hakkı? Bu ayrıcalık
niye.
İlla ayrıcalık aranırsa, kadındır doğuran, canından can
veren, anadır kadın, yardır, aşktır, şefkattir, büyütendir, huzurdur, ölünceye
kadar üstündeki eldir, sıcak nefestir, mutfağında sıcak çorbadır, temiz
çarşafındaki kokudur, ütülü pantolonundaki tek çizgidir. Buzdolabındaki
sarmalar-dolmalar, sökük pantolonundaki dikiş, misafirlerinin kek- börek
tabağında, ince belli bardaklarında çaydır kadın..
Elleri çamaşır suyu kokarken, yeni yıkanmış perdelerin
kokusunda, çocukların odalarında dersleri bitmiş yemek masasında seni
beklerken, işten gelmiş, senin kadar yorulmuş, senin yarın kadar bedeniyle ama
hoş görünmek için hâlâ saçını-başını düzeltmeye çalışan yoldaşındır kadın.
Kirli sepetindeki donların, kokan çorapların, mis kokulu
balkonda salınışıdır kadın. Seninle birlikte gelenlere ''benim de anamdır/
babamdır'' öğretisiyle bakan, elleriyle yediren, altından alan, bunun için
yıllarını veren senden öte sensindir kadın.
Kürkçü dükkânındır döneceğin. Canı yana yana, yaralarını
kendi sararak, "benim kaderimdir, kocamdır'' diyerek her defasında
küllerinden doğandır kadındır.
Sonunda yaşattığın her şeye rağmen, beli iki büklüm, elleri
titreyerek sana su verendir son yatağında ve ardından ağlayandır. Dilerim
herkes dile getirilen bu ifadelerden üzerine düşeni alır.
***
FELAKET BAŞA GELMEDEN
Aşağıdaki 25 ülkenin halkı Arapça konuşur ve resmi dilleri
Arapçadır...
1-Bahreyn, 2-Birleşik Arap Emirlikleri, 3-Cezayir, 4-Cibuti,
5-Çad , 6-Etiyopya, 7-Fas, 8-Filistin, 9-Irak , 10-Katar, 11-Komorlar,
12-Kuveyt, 13-Libya, 14-Lübnan, 15-Mısır, 16-Moritanya
17-Batı Sahra , 18-Suudi Arabistan, 19-Somali , 20-Sudan,
21-Suriye , 22-Tunus, 23-Umman, 24-Ürdün, 25-Yemen...
Bu 25 devletin hiç birinde Demokrasi ve İnsan hakları yok,
bu devletlerin hepsi kadınlar için açık ya da yarı açık cezaevi konumundadır.
Dünya piyasalarına sürdükleri bir tek marka yok.
Sporda sanatta bilimde yoklar. Hiç birinde serbest muhalefet
yok. Hiç birinde özgür basın yok. Medeni dünyanın bunlardan öğreneceği hiç bir
şey yok. 57 ülkede üniversite sayısı 500'ü geçmezken (ki çoğunun dünya
gerçeklerinden haberi yok oysa ABD'de 5700'ün üzerinde araştırma yapan
üniversite var)
Hemen hemen hepsinde kan gözyaşı iç çatışma ya da savaş var.
Halkı Müslüman ve Arapça konuşan Yemen halkı, Müslüman ve Arapça konuşan Suudi
Arabistan, Mısır, Ürdün tarafından yıllardır acımazsızca bombalanmakta,
milyonlarca Yemenli açlığın koleranın pençesinde inim inim inlemektedir. Hepsi
de Türk'ten, Türklerden nefret eder.
Türk halkı son 20 yıldır, Amerikan BOP projesi gereği,
Teknoloji ve Sanayi üreten Laiklikten uzaklaştırılarak, insanlığı 1400 sene
önceye götürecek olan Araplaştırılma projesine sokulmak istenmektedir.
Felaket başa gelmeden; Türkiye’mize, Türkçemize, Laikliğe ve
Cumhuriyetimize sahip çıkalım.
" Ne Mutlu Türk'üm Diyene"
***
NAZIM VE DAR AYAKKABILAR..
Yaşadıklarımız, bizlere yaşatanları düşündükçe hayatın ne
kadar acımasız olduğunu ve ne kadar acı verdiğini Nazım Hikmet’in ayakkabıları
üzerine söylediği sözlerle daha iyi anlamak mümkün. Nazım Hikmet’e bayram için
bir ayakkabı almaya karar verirler. O zamanlarda şimdiki gibi hazır ayakkabı
satan bir mağaza yoktur. Sadece ayakkabı yapan bir dükkan vardır. Oraya
giderler. Ayakkabıcı Nazım’ın ayağını bir kartonun üzerine koyar ve iyice
basmasını söyler. Daha sonra kurşun bir kalemle ayağının etrafını çizer. Bu
karton onun ayakkabı numarasıdır. Günlerce bu ayakkabının hayalini kurar.
Babası ona ayakkabılarının siyah ve bağcıklı olacağını söyler.
Nazım’ın ayakkabıları bayramdan bir gün önce gelir.
Ayakkabılar babasının dediği gibi siyah ve bağcıklıdır. O gün onları giymez.
Ayakkabılarını yatağının altına koyar ve arada çıkartıp onu inceler. O gece onu
uyku tutmaz. Sabah evdekiler uyandığında Nazım’ı ayakkabı kutusu kucağında
sandalyede otururken bulurlar.
Buradan sonrasını Nazım Hikmet’in ağzından dinlemek sizi
daha çok etkileyecektir. O halde Nazım nasıl anlatıyor ona bir bakalım.
“Ayakkabımı babam giydirdi. Ayağıma olmamıştı ayakkabılarım.
Dardı ve canımı yakmıştı; ama bunu babama söylemedim. O ‘Sıkıyor mu?’ diye
sordukça ‘Hayır’ yanıtını veriyordum. ‘Dar, ayağımı acıtıyor.’ desem geri
gidecekti ayakkabılarım ve ayakkabıcının hemen bir yeni ayakkabı yapması
olanaksızdı.
O bayram sabahı canım yana yana yürüdüm. Bir süre sonra acı
dayanılmaz oldu. Dişimi sıktım. Yürürken artık topallıyordum. Soranlara ‘Dizimi
vurdum.’ dedim; ama ayakkabılarımın ayağımı sıktığını kimseye söylemedim.
Doğrusunu isterseniz yaşam da dar ayakkabıyla yürümektir.
Kimi zaman dar bir maaş, kimi zaman sevimsiz bir iş. Kimi
zaman bir mekan dar ayakkabı olur bize, kimi zaman bir çevre.
Kimi zaman bir sokak, ya da bir şehir…
Kimi zaman dostluklar, arkadaşlıklar, beraberlikler bir dar
ayakkabıya dönüşür.
Kimi zaman zamandır dar ayakkabı, geçmek bilmez. Kimi zaman
zenginlik, kimi zaman başınızı koyduğunuz yastık…
Canınız yanar. Topallaya topallaya gidersiniz. Sonradan
öğrendim; yaşamın, dar ayakkabıyla yürüyebilme sanatı olduğunu.“
***
GÜNÜN SÖZÜ: Geldikleri gibi gitmediler; kimi itini bıraktı,
kimi bitini. Kimi de piçini bıraktı!.. Yoksa bu kadar şerefsizin bizden olması
mümkün değil! (NEYZEN TEVFİK)