Eşitlik, kardeşlik ve özgürlük sloganları, insanların
yaşamında yerini alması gerekirken beklenti olmaktan çıkmıştır. Öyle görülüyor
ki, bu gerçekleri ancak düşlerimizde görmek bile bizlere uzak geliyor. İnsanlar
farklı yaşam ve düşünce şekilleriyle herkesin kendine göre yaratılan
demokrasileri adeta ciyak ciyak bağırtıyorlar. Bugün siyaset, toplumun egemen
olmadığı bir anlayışın elinde kalmıştır. Bu nedenle demokrasinin, kime göre
veya neye göre bir demokrasi olacağı sorusu hiçbir zaman yanıt bulamayacaktır.
Bir devlette, zengin ve fakir toplum diye ayırım yaparsanız,
o devlette sosyal adaletten söz etmek mümkün olmaz. Oysa ülkemizde bu ayrım,
elle tutulur gibi belirgin bir manzara görünümündedir. Zengin toplumlar veya
toplumlara kendilerini bir kategoride gören sosyetikler, yoksullara yüz yüze
gelmeyi sevmiyorlar. Bu sisten siyasi bir rejim ürünüdür. Birileri
savurganlığın sınırını bulamazlarken, diğerlerini yoksulluğa iten bu eşitsizlik
gerçekten demokratik sayılabilir mi?
Hemen hemen tüm herkesin ağzından düşmeyen demokrasi
çığlıkları, kulağımıza ne kadar hoş geliyorsa da sonunda şamatadan başka bir
şey değildir.
Peki, bu şamatayı yapanlar kimler?
Şüphesiz bu toplumu köle yapmaya çalışanlar….
Eşitlik istiyoruz diye zengin yaratanlar……
Kardeşlik nağmeleriyle toplumu birbirine düşman yapanlar….
Özgürlük adına kahramanlık yapanlar…
Hizmet yapıyoruz diye toplumu ayrıştıranlar…
Bakın, zenginlik ve fakirlik sosyal bir olaydır. Bunları
dengelemek yöneticilere düşmektedir. Ama bizim yöneticilerimiz, kendilerine
veya yakınlarına çalışmaktadır. Önemli olan toplum bireylerinin, onurlu ve
insancıl bir yaşamı umutla beklemesi yerine demokratik düzenlemelerle daha
rahat yaşam sürmesi en doğal hakkıdır.
En önemlisi, kişilere düşen akılcı bir yolla
sorumluluklarının bilincinde olmasıdır. Zira bu bilinç, topluma yerleşirse
yönetimlere karşı kendilerini korumak için en büyük kalkan olacaktır.
Bir ülkede insanlar umutla yaşamamalıdır. Devleti yönetenler
halkına iyileştirilmiş yaşam koşulları yaratmaları zorundadırlar. Çünkü halk
olmadan devlet olmaz. Önemli olan halktır. Elbette halkımıza da çok büyük
görevler düşmektedir. Sorgulayan toplum olmadığımız için yöneticilerin keyfi
tutumları halkın sorunlarını çözemez durumuna düşmektedir. 31 Mart 2024
tarihindeki yerel seçimler halkımızın karar vereceği ve tüm olumsuzlukları
sorgulayacağı çok önemli bir fırsattır. Halkımızın sorgulayamaz tutumu, tüm olumsuzluklara
ortak olmaktır.
Sonuçta halkın egemenliği demokrasiyi aralayacaktır.
Bekleyip göreceğiz…